İletişim araçları geliştikçe, insanlar arasındaki ilişkiler de zayıflıyor.
Eskiden bırakın cep telefonunu veya interneti; ev telefonu çoğu evde yoktu.
Buna rağmen insanlar daha çok haberleşir, birbirlerini daha çok arayıp sorarlardı.
Telefon olmadığı zamanlarda mektupla haberleşirlerdi... 
Bayramlarda ve yılbaşında Taksim ve Eminönü meydanlarında kartpostal tezgahları açılırdı.
Tebrik kartları gönderir, uzak bile olsa dostlarımızın gönlünü hoş ederdik...
Şimdi bütün iletişim araçları, elimizde... Yazılı, sesli, hatta görüntülü... Dünyanın öbür ucundaki biriyle istediğimiz an, üstelik hiçbir ek ücret ödemeden görüntülü konuşabiliyoruz.
Buna rağmen iletişim sıfır...
Birbirimize tahammülümüz kalmadı. En yakın arkadaşlarımıza karşı hoşgörümüz yok...
Benim gibi düşünmüyorsa, benim gibi konuşmuyorsa, benim fikrime destek vermiyorsa, benim partimden değilse anında yok sayıyoruz...
Hatta kendisi gibi giyinmeyene karşı bile öfke var. Başı açık veya kapalı olanları kast etmiyorum. 
Başı örtülü olan benim gibi örtünmüyorsun diye diğerine ver yansın ediyor.
Başı açık olan diğer başı açık olanın kıyafetini beğenmiyor.
Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşması ile dedikodu aldı başını yürüdü... Dostluk arkadaşlık, vefa yerlerde sürünüyor...
Whatsapp ve diğer sosyal medyada gruplar kuruluyor. En yakın arkadaşlar veya fikir olarak birbirine yakın olanlar üye oluyor...
Biri bir görüş paylaşıyor veya bir yorum yapıyor... Diğeri anında tepki gösteriyor. Tartışma karşılıklı ağza alınmayacak küfür ve hakarete bile varabiliyor.
Çok basit bir konuda kendisi gibi düşünmediği için en yakın arkadaşına veryansın ediyor... 
Hele hele bazıları bir yazı yazıyor. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi şerefsizlikle haysiyetsizle suçluyor... Düne kadar birlikte olduğu, hatta aynı partide siyaset yaptığı en yakın arkadaşını, kendi ifadeleri ile dava arkadaşını anında yok sayıyor. Yok saymanın da ötesinde hain ilan ediyor.
En çok kullanılan kelime ise hain...
Herkes birbirini hainlikle suçluyor...
Dostlar kanlı bıçaklı olmuş...
Biz dostlarımızı hain ilan ederken, gerçek hainler mutluluktan bayram ediyor...

*****

Ben o değilim

Medresede eğitim gören çok samimi üç arkadaş mezun olduktan sonra birbirlerinden ayrılmaları çok zor olur. Yedikleri ve içtikleri ayrı gitmeyen üç samimi arkadaş; "Nerede, hangi işte ve hangi görevde olurlarsa olsunlar, birbirleri ile irtibatı asla kesmeyeceklerine, doğru yoldan, adalet ve hakkaniyetten ayrılmayacaklarına, dine ve vatana hizmet davasından hiçbir zaman geri kalmayacaklarına" dair söz verir.
O dönemde iletişim araçları sınırlıdır. Bunu bilen 3 arkadaş, "Zaman hepimizi yıpratır, yaşlanırız, şeklimiz şemalımız değişir, ileride karşılaştığımızda birbirimizi tanımakta zorluk çekebiliriz. Onun için aramızda bir şifre belirleyelim. Oradan birbirimizi tanırız" diye şifre belirlemeye karar verir. Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşırlar.
Şifre, "Ben O'yum" olarak belirlenir.
Aradan uzun yıllar geçer. Üç idealist arkadaşın her biri bir köşeye savrulur:
Biri hoca, diğeri hatırı sayılır bir tüccar, bir diğeri de vali olur.
Tüccar olan şehir şehir dolaşırken, bir şehirde arkadaşının o şehrin valisi olduğunu öğrenir.
Hemen kadim dostu ve arkadaşını ziyaret ve tebrik etmek ister.
Kapıya varır, görüşmek ister. Fakat güvenlik ve bürokrasi çarkını aşmak kolay olmaz.
Görevlilere kendini tanıtıp, vali beyin medrese arkadaşı olduğunu, yıllar öncesinden tanıştıklarını, anlatmışsa da fayda etmez, sırasını beklemek zorunda kalır.
Vakit geçer, lâkin kendisine bir türlü sıra gelmez...
Tüccarın aklına mezuniyet günündeki belirledikleri şifre gelir.
Derhal küçük bir kâğıt parçasına; "Ben O'yum" diye yazar ve görevliye uzatarak bunu, vali beye iletmesini rica eder.
Bu ricayı isteksizce yerine getiren görevli, az sonra geri dönüp aynı kâğıdı tüccara uzatır...
Tüccar şaşırır... Ama asıl şaşkınlığı kâğıdın arkasını çevirince yaşar.
Kağıdın arkasında şöyle yazar:
"Sen O olabilirsin amma ben O değilim." 

***

TEBESSÜM

Nereden bilsin?

Avcılar kendi aralarında atıp, tutuyorlarmış. Avcının biri;
- Geçenlerde İstanbul'da Belgrad Ormanı'nda ava çıkmıştım. Bir de ne göreyim, karşımda 5 metre boyunda bir ayı.
Avcılardan biri hemen atılır:
- Hadi canım sende. İstanbul'da Belgrad Ormanı'nda ayı ne gezer.
Avcı cevap verir:
- İyi de arkadaş. Allah'ın ayısı oranın Belgrad Ormanı olduğunu nerden bilsin?

*****
GÜNÜN SÖZÜ
Dost ise düşünme ver ömrünü gitsin; dost değilse hiç bekletme yol ver gitsin.
 Mevlana