Başlık bilmece gibi gelebilir... 

Belki de birçoğunuz ilk kez duydunuz...

Ben de yeni duydum...

Londra'da yapılan Dünya Atletizm Şampiyonası vesilesi ile duydum...

Trinidad ve Tobago bir ülke adı... 

Güney Amerika'daki Karayipler'de yer alan, Trinidad ve Tobago adlı iki farklı adadan oluşan küçük bir ülke. Ülkenin para birimi Trinidad ve Tobago dolarıdır. Dili İngilizce, nüfusu ise 1 milyon 365 bin... Türkiye'deki sıradan bir şehir kadar... İstanbul'un onda biri bile değil...

Bırakın haritada yerini bilmeyi, adını bile ilk kez duyduğumuz bu kadar küçük bir ülke Dünya Atletizm Şampiyonasında Türkiye'den çok adından söz ettirdi.

4x100 metre erkekler bayrak yarışında altın madalya kazandı...

Türkiye ise yarışmalarda bir altın, bir gümüş madalya kazandı. Ama her iki madalya da devşirme sporculardan geldi... Azeri asıllı Türkiye adına yarışan Ramil Guliyev 200 metre erkeklerde altın madalya kazandı... Yine

Türkiye adına yarışan Küba asıllı Yasmani Copello ise 400 metre engellide gümüş madalya kazandı... 

Dünya Atletizm Şampiyonasına katılıyoruz ama Türkiye adına yarışan sporcuların büyük çoğunluğu devşirme...

Kendi öz evlatlarımız ortada yok...

İşin kolayına kaçıyoruz, veriyoruz parayı giydiriyoruz milli formayı...

Amaç sadece madalya kazanmak mı?

Yoksa gençlerin önünü açmak ve Türkiye'nin adını dünyaya duyurmak mı?

Madalya kazanalım da ne olursa olsun deniyorsa söylenecek sözümüz yok...

Ama madalya kazanalım diyerek dünyanın dört bir köşesinden adam toplarsanız ve sonuçta dünyada kimsenin adını sanını bile duymadığı Trinidad ve Tobago'nun bile gerisinde kalırsanız sorun var demektir...

Devşirme sporcuya yatırım yapmak çözüm değildir.

Devşirme sporcu getirmek yerine gençlerimizin önünü açarsak Türk sporunun geleceğine yatırım yaparız...

Böyle giderse Türkiye adına yarışan sporcuların kim olduğunu bilemeyiz...

Olur da, kazara madalya kazanan sporcu olursa ancak tercümanla anlarız, dinleriz...

Milli forma bu kadar ucuz olmamalı... 

Milli forma ruhu parayla satın alınamıyor...

***
Sen hangisi olacaksın?

Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.

Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu.

Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi.

Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.Kızına dönerek sordu:

- Ne görüyorsun?

"Patates, yumurta ve kahve" diye alaylı bir cevap verdi kızı.

- Daha yakından bak bir de, dedi baba, patatese dokun.

Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.

-Aynı şekilde, yumurtayı da incele.

Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.

En sonunda, kızına kahveden bir yudum almasını söyledi. Söylenileni yapan kızın yüzünde, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı. Kız, "Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?" diye sordu.

Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurta sertleşmiş katılaşmıştı. Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.

"Sen hangisisin?" diye sordu kızına, "Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin? Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yumurta gibi, kalbini katılaştıracak mısın? Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?"

*****

TEBESSÜM

Bu kadar mı?
Küçük Aylin'e teyzesi bir milyon lira vermişti. Küçük kız bir şey demeden parayı cebine attı.
Bunun üzerine annesi söze karıştı:
- Aylin, teyzene ne demen lazım?
Aylin cevap vermedi. Anne bunun üzerine yardım etmek istedi:
- Baban bana para verdiği zaman ben ne diyorum?
Birden gözleri parlayan Aylin:
- Hepsi bu kadar mı? diye atıldı.

****
GÜNÜN SÖZÜ

En güzel intikam başarıdır. Seni sevmeyen herkesi üzer.
Lacan