İki bilinmeyenli denklem gibi bir yazı yazayım istedim. Sonra herkes meraklı mı senin bilinmeyenlerini çözmeye, diye kendime sordum. Onun için bir bilinmeyeni hafif geçeceğim.

Radyonun radyo olduğu yıllardı. Türk sanat müziği sanatçılarından Fikret Kozinoğlu vardı. On altı yıl önce vefat etti. Adına bakıp, erkek sanatçı sanmayınız. Ud sanatçısı Cevdet Kozinoğlu’nun eşiydi. Sesini severdim. Okuduğu şarkılardan biri vardı ki, gurbet duygularına bürünmüş yumruk gibi boğazıma otururdu. Gözlerimin önüne otobüsün Sivas’a girmek için geçtiği Kızılırmak köprüsü ve ağır ağır akmakta olan sular gelirdi. Bu hüzünlü şarkıya son yıllarda hiçbir yerde rastlamıyorum.

 “Neden Böyle Yorgunsun

Kızılırmak al ırmak

Gönlümden de durgunsun

Saçları dal dal Irmak

 

Sende ömrün bölümü

Yoktur aşkın ölümü

Gel al götür gönlümü

Ufuklara dal ırmak

 

Benim garip başım var

Her gün gamdan aşım var

Yüzünde göz yaşım var

Onu yâre sal ırmak

Dört beş yıl önceydi, Bahçelievler Sivaslılar Derneği “Sivas Ötesinde Ünlü Sivaslılar” konusunda bir konuşma yapmamı istedi. PowerPoint ile klip karışımı bir şeyler hazırlayıp gittim. Önce sözünü ettiğim şarkıyı Fikret Kozioğlu’nun sesinden indirip, Kızılırmak fotoğraf ve görüntülerinin üzerine bindirdim. Soracaktım ki, bu şarkı kimin? Bu sorudan denklemin çözümüne geçecektim. Bilen çıkmadı. Üzüldüm tabi.

Arkasından anlatmaya başladım. Her paragrafın sonunda, “kim?” diye soruyordum. Bilen çıkmıyordu:

 O,  1907 yılında Sivas’ta doğmuştu. Sivas Lisesi eğitiminden sonra müzik tutkusu ağır bastı. Kendi çabalarıyla udu öğrendi.

Sazlarıyla yatar, onlarla kalkardı. Sonradan, tanbura tutuldu. Gece-gündüz çalıştı. Mızrabı güzeldi.

Kim bu? Bilseniz de ben bilmeyenlere anlatmayı sürdüreyim:

Sivas Halkevi’nde, bazı konuşmacılara sazı ile eşlik eder, konuşmalara ayrı bir hava ve renk getirirdi.

Bir gün TRT Ankara Radyosu’nda tertiplenen, müzik folkloruyla ilgili çalışmalara, Sivas Halkevi’ni de çağırmışlardı. O da Radyoevin gidenler arasındaydı.  Türk Müziği bölümünde çalışanlarla tanıştı. 1944 yılında Ankara Radyosu sınavlarını kazanarak, radyonun kadrolu sanatçısı oldu. Radyo sanatçılığının yanında, Millî Savunma Bakanlığı ve Harita Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. Güzel sanatların her dalında yetenekliydi. İyi bir hattattı.

Türk Müzik dünyasında onun adı geçince akıllara “Gönlümün Melâli” adını verdiği Nihavent saz semaisi gelir. Bir hayaller alemine dalar da dinlemeye doyamazsınız. Hele hele  onun taburuna  bir de ney katılıyorsa. Başka makamlarda da saz semaileri vardı. Şimdi size bir hüzzam şarkısının sözlerini aktaracağım:

“Ney'den dökülen nağme olup kalbine aksam               

Tambur gibi her lahza güzel ruhunu yaksam              

Doymam o siyah gözlere baksam, yine baksam             

Tambur gibi her lahza güzel ruhunu yaksam

Bu Sivaslı sanatçı, içine kapalıydı. Bestelerinde, içli bir gönlün, tanbur kadar duygulu seslenişleri vardı. İşte size bir şarkısı daha:

Söndü  hep ümitlerim ruhumda hicran dinmiyor

Bir hayale ağlarım ruhumda hüsran dinmiyor

Öyle bir mazi ki yıllar geçse bir an dinmiyor

Bir hayale ağlarım ruhumda hüsran dinmiyor

Radyonun dışında piyasada, gazinolarda çalışmadı. Müzik, O’nun için bir geçim kaynağı değil, ruhunun besin ve ilham kaynağıydı.  Adı Tanburi bestekar Ömer Altuğ’du. O’nun sanatçı ruhu, Ankara’ya hiçbir zaman ısınamadı. Hastalığının belirtileri ortaya çıkınca, emekli bile olamadan, Sivas’a döndü. Mütevazı bir hayat sürmeyi tercih etti. Bir süre sonra hastalığı ilerledi ve 9 Mart 1965’te 58 yaşında, hayata gözlerini yumdu. Geride, birçok beste, güfte ve şarkı bıraktı.

Gül yüzlüm ismini nerede ansam

Ruhumu hasretin acısı dağlar

Siyah gözlerinin şirine yansam

Hıçkıran kalbimde elemler çağlar