Öç ve kin duygularını  körüklemek istediğimi sanmayınız. Ama, İnsan Hakları konularında Türkiye’ye ders vermeye kalkanların suratlarına çarpmak için, Yalnız Afganistan’ı, Irak’ı, Suriye’yi,Gazze’yi değil Bosna’yı, Hersek’i de  unutmayınız.

 “Dizeler dile dökemez

Oğulları öldürülmüş anaların yasını

Cellat çizmeleri altında şafak gül gibi sökmez

Ay paklamaz zulümden gecenin karasını

Irzına geçilen çocukların

Yakılmış cesetlerin yüzüne akşam düş gibi

çökmez
Hangi söz anlatabilir

Kolları kopmuş askerin yürek yarasını..

.............

Bitmiş bir soykırımı ey şair

İsyana kesmedikçe kederin

Kalemin yüreğine saplanıp

Ateşle yazılmadıkça dizelerin daha çok

Vampirler sokaklarda uluyacak

Başka Bosnalar kanayacak

İnsanlık zulüm soluyacak

Çocuklar soracak ey insanlık

Çocuklar sizden soracak

..........” (Adnan Durmaz)

Ramazan Yılmaz adlı bir başka vatandaşımız da insanlık adına utancını dizelere döküyor, bir teselli arıyordu:

“.....

Kuklalar poz veriyor, yönetmenle el ele;

Tam ortasında bir sahne,

Uygar Avrupa'nın!”

Bulgaristan’da soydaşlarımıza yapılanlar ve Bosna- Hersek mezalimleri geride kaldı. Irak’ta Kerkük’te gözlerimizin önünde yapılanlara ne demeli?

Avrupa Fransız İhtilali’nden sonra, İhsan Haklarını telaffuz etmeye başlamış.  Oysa tarihimizde Hoca Ahmet Yesevî’nin, Mevlâna’nın, Yunus’un, Hacı Bektaş’ın ve daha onlarcasının aydınlığında insan hakları var olmuş ve  uzun sözü bir yana bırakıp “sevgi ve hoşgörüde” özdeşleşmiş.

Türklerde hoşgörü yaygınlaşırken, diğer uluslar bunu iblisin işgali saymışlar. İngiltere de bile 16 ncı yüzyıla kadar kadın “murdar” kabul edilmiş. Ama aynı yüzyılda Conte de Marsigli “Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin yabancılara karşı son derece konukseverdir” diye yazmakta. Ubicini ise bir başka gerçeğin altını çizmekte: “Avrupalılar tarafından barbar sayılan Türkler kadar insanlığı seven bir millet bilmiyorum.”  Malazgirt savaşından sonra, Anadolu’da Türkmen davranışı karşısında Bizanslılar bile “Latin külahı yerine Türk sarığının hüküm sürdüğünü görmek daha iyidir.” demişlerdi.

Selçuklular, Bizans’tan kaçıp sığınan siyaset ve iş adamlarına  kucak açmışlardı. Fatih, Yahudi, Rum  ve Ermenilere  karşı hoşgörülü olmuştu. II Beyazıt binlerce İspanya sürgünü Yahudi’ye yer vermişti.

Umuyorum, bir çoğunuz gezip görmüştür. Ne kadar çok isterim. Çanakkale’yi bütün insanlar görseler. Ama, yarının değil bugünün de büyüğü olan çocuklarımıza, şehitler bahçelerinden oluşan bu Milli Parkı bütünüyle gezme olanağı sağlanmalıdır. İşte o zaman vatan sevgisi ve vatan tanımının ne olduğu öğrenmek için kimsenin sözlüklere bakmasına gerek kalmayacaktır.

Diyebilirsiniz ki, ülkemizin pek çok yerinin, her karışı, şehit kanlarıyla sulanmıştır. Doğrudur. Ama buradaki bir anıtta, Çanakkale’de savaşan askerler için Yüce Atamızın sözlerini okudum ki, bu duygu ve bu tablo, dünyanın hiçbir yerinde bulunmaz. Bakınız süngü süngüye çarpışırken ölen düşman askerleri için Atatürk ne demiş:

 “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli Kahramanlar!

Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.

Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”

Bu sözlerin adı hoşgörüdür. Yeryüzünde böyle bir duyguyu Türk gelenek ve göreneklerinin dışında hiçbir yerde bulmak mümkün değildir.