"Erken seçim" kararının yanında "çok erken" tarihin açıklanması birçok planı bozdu. İşte bu yüzden "baskın seçim" olarak adlandırılıyor. Tarihin erkene alınması da, öncesinde ve sonrasında yaşananlar da çok garip gerçekten. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Ortada çok garip bir senaryo var" sözü sadece CHP'den İYİ Parti'ye 15 milletvekilinin geçişiyle alakalı değil. Elbette erken seçimin tarihini çok öne çekmek de "garip" bir karardı ama Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından makul gerekçeleri vardı. "AK Parti için" demiyorum, çünkü birçok önemli ismin de 24 Haziran tarihini duyduğunda "Ama nasıl olur?" dediğini biliyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 24 Haziran tarihini belirlerken, tüm değişimleri belli bir döneme toplamayı tercih etti.
Açalım...

AK Parti, Olağan Genel Kongresi'ni Ramazan Bayramı'ndan sonra yapacağını duyurmuştu. Yani Haziran ayının son günlerinde. Partide birçok değişikliğin yaşanacağı, diğerlerinden farklı bir kongreydi bu. Ahmet Davutoğlu'nun Başbakanlığı'na son veren kongreden de büyük değişimler yaşanacaktı.
Hem parti yönetiminde, hem de kabinede değişiklik olacaktı. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından, hem de bazı bakanlar arasında yaşananlardan bunu net olarak görebiliyorduk. Her ne kadar "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olacak" denilse de Başbakan Binali Yıldırım, yerel seçime kadar koltuğunu koruyacaktı. Ama İstanbul'a değil, İzmir'e adaylığı gündemdeydi. Yıldırım'ın adı, başkaları ön plana çıkmaya kalkmasın diye ortaya atılmıştı. İstanbul için daha genç, daha dinamik ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çok daha yakın bir isim üzerinde duruluyordu. 

* * *

Bir yandan "metal yorgunluğu bitti" deyip, bir yandan da hem partide kabinede köklü değişiklikler yapmanın riskleri de vardı. Hele bazı şeylerin izahı daha zordu. "Bizde FETÖ'nün siyasi ayağı yok, biz temizliği çok önce yaptık" derken, "tasfiye" olarak adlandırılabilecek her türlü değişim, parti içerisinde rahatsızlığa yol açacaktı. Yeni kadrolar, eski ve tecrübeli isimlerin yerini doldurana kadar atı alan Üsküdar'ı geçebilirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önünde bunun canlı örnekleri var. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde yaptığı değişim, umulan rüzgarı yakalatamadı AK Parti'ye. Erdoğan'ın bile tepki gösterdiği "gaflarla" hafızalara kazındı atanmış "şehr-i emin"...

Diğer değişimler de "sancılı" olmuş, halef-selef arasındaki her türlü farklılık, AK Parti'ye zarar verir hale gelmişti. Yeni gelenin yaptığı "iyi" için "eskiye neden bu kadar sabredildi", yapamadığı için de "bak olmuyor, beceremiyor işte" denildiğini hepimiz duyuyoruz.
Daha fazlası da var ama bugünün konusu değil. Kısaca, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, sonbaharı beklemek yerine daha önce planladığı "büyük değişim" ile "erken seçim" tarihini birleştirmesi, onun açısından çok makul ve anlaşılır bir adımdı.

* * *

Seçime "hazırlıksız" yakalanan, "hayır cephesi" olarak adlandıracağımız kesim ile, AK Parti içerisinde bir dönem aktif görevlerde bulunmuş, sonrasında konjonktür 
gereği "kenarda" tutulan ve 2019 için planlar yapan kesim oldu.

Bu kesim, Abdullah Gül adı etrafında toplanmak için "hazır kıta" bekliyordu. Saadet Partisi'nin, bundan önceki seçimlerde ve 16 Nisan'da göstermediği bir refleksle yıldızını parlatması da boşuna değildi. Bugün şeker fabrikalarının satışından, birçok konuya kadar çarpıcı açıklamalar yapan Saadet Partisi'nin, 16 Nisan öncesinde akılda kalan bir aleyhte çıkışını hatırlıyor musunuz?

Peki, Abdullah Gül'ün yeniden siyaset sahnesine dönmek için bir niyet beyanını? Ya da "İttifak halinde aday gösterilirsem elbette görevden kaçmam" falan dediğini?
Farkındaysanız, her şey Gül'ün dışında gelişiyormuş, sadece ona "Gel bu görevden kaçma" baskısı yapılıyormuş gibi yürütülüyor. Ama öyle değil. Saade Partisi'nin tavrı en normal olanı. Güçlü bir isimle seçim arenasında olmayı kim istemez ki? Ama Gül'ün adını gündemde tutan diğerleri pek normal gelmiyor bana. Kimler mi? Abdullah Gül'ün "çatı aday" olma ihtimaline bile sevinenler. Yani; 2010 Anayasa referandumunun "yetmez ama evet"çi liboşları, FETÖ'nün kaçak kalemşörleri, siyasal İslamcı kesimin Batı'da eğitim görmüş parlak yüzleri, hatta kendisini "sol"da göstermeye çalışan bazı "tuhaf" isimler. Ve Pensilvanya-Ankara arasında kuryelik görevini yapan Harvard'lı abi...

* * *

Gül'ün adı sadece muhalefet cephesi için değil, AK Parti için de turnusol kağıdı gibi oldu. Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Ahmet Davutoğlu'na karşı saldırı başlatan trollerin yanında, partinin bazı isimlerinin kullandığı "ağır" ifadeler var. Bir de "sessiz kalmayı" tercih edenler. Gül cephesi, "itibar linci" yapanları not ediyor, karşı kesim de "sessiz kalan" isimleri. Her kesimde bir "samimiyet" testi yaşanıyor anlayacağınız. Çünkü bu konuda derin kuşkular taşıyanlar var. Hatta Arınç'ın Beştepe'ye çıkmasını bile sorgulayanlar. Bir de Gül üzerinde "ittifak" suya düşünce "AK Parti'den başka projede olmam" diyenler...

AK Parti ve İYİ Parti'nin adayı belli. CHP ise beklemede. "Çatı aday" üzerinde uzlaşamayan CHP ve İYİ Parti, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yerine parlamenter sisteme dönüşü vaadediyor. 

Ya Gül? Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde devam etmeyi mi, revize etmeyi mi, yoksa parlamenter sisteme dönüşü mü savunuyor? Gül, Saadet Partisi'nin adayı olarak kispeti giyip meydana çıkmayacağına göre, bu sorunun cevabını kendisinden duyamayacağız. 

Öyle veya böyle, gül gibi geçinip gideceğiz.