A Milli Futbol Takımımız, hazırlık maçı oynuyor... Televizyondan maç canlı yayınlanıyor ve biz de maçı seyrediyoruz...

O ara eve gelen bir arkadaş, bir süre maça baktıktan sonra "Kimin maçı var?" diye sordu.

Sahada A Milli Futbol Takımı oynuyor, ama giydikleri formadan milli takım olduğu anlaşılmıyor.

Milli takım, yeni formalarıyla sahaya çıkmış... Ancak futbolcuların giydikleri formalarda, milliyi andıran, milli takımı ayırt edici neredeyse hiçbir şey yok...

Göğüsteki küçük bir ay yıldız da olmasa, sıradan bir takım sanılacak...

Formayı yapan firmanın logosu bile ay yıldızdan daha çok dikkat çekiyor... Neredeyse firmanın reklamı için özel tasarlanmış gibi...

Geçenlerde ilk milli takım formasının resmini gördüm, yüzde yüz yerli ve yüzde yüz milli...

Günümüzün gençliği, belki futbol efsanelerimiz Turgay Şeren'i, Metin Oktay'ı, Lefter'i hatta Can Bartu'yu tanımaz, bilmez... Ama onların giydiği milli formayı hâlâ hatırlar ve bilir... Çünkü o zaman milli forma, ayırt ediciydi ve Türkiye'ye hastı.

Kırmızı beyaz ve kocaman ay yıldızlı formayı futboldan uzaktan yakından ilgisi olmayanlar da bilirdi...

Şimdi turkuaz ve siyah renkli formalar, milli takım için tasarlanmış...

Ne zamandan beri turkuaz ve siyah bizim milli rengimiz olmuş... 

Allah aşkına, turkuaz veya siyah milli takım forması olur mu?

Kırmızı olarak tasarlanan formaların rengi de bayrak kırmızı değil... Ne olduğu anlaşılmayan tuhaf bir kırmızı... Ay yıldızı ise neredeyse gizlemişler...

Herkes Brezilya'nın klasik sarı, İtalya'nın mavi, Almanya'nın beyaz milli formalarını bilir...

Bizim de bundan birkaç yıl önce klasik milli formamız vardı ve herkes bilirdi...

Şimdi ise milli takım formamız anormal renklerle karman çorman bir şekle sokuldu...

Türk milli takımı özeldir ve her şeyin üstündedir...

Milli takım forması da ayrıcalıklıdır ve çok özeldir...

Ne olduğu anlaşılmayan bu formalardan hemen vazgeçilmeli...

Herkesin bildiği, tanıdığı ve sevdiği klasik milli formamıza acilen dönüş yapılmalıdır...

****

Metrodaki kemancı

Adamın biri Washington metro istasyonunda yere çömelir ve kemanını çalmaya başlar.
Soğuk bir ocak ayı sabahıdır. 45 dakika boyunca ünlü Bach'ın 6 eserini çalar.
Çoğu insanın işe gitmek için hareketlendiği bu yoğun saatte bin 100 kişinin istasyonun içinden geçtiği tahmin ediliyor.
Üç dakika geçer, orta yaşlı bir adam müzisyenin çaldığını fark eder.
Yavaşlar, bir kaç saniyeliğine durur ve sonrasında aceleyle ilerler, işine gider. 
Bir dakika sonra kemancı ilk bir dolarlık bahşişini alır; bir kadın parayı kemancının önüne geçerken atar ve hiç durmadan yoluna devam eder.
Bir kaç dakika sonra birisi dinlemek için duvara yaslanır, saatine bakar ve tekrar yürümeye başlar. Besbelli adam işine geç kalmıştır.
En çok dikkat eden ise üç yaşında bir çocuktur. Annesi alelacele çekiştirirken kendisini, durup kemancıya bakar.
Sonunda annesi kuvvetlice çekiştirir çocuğu ve çocuk sürekli arkasına bakarak yürümeye devam eder.
Bu olay diğer birçok çocuk tarafından tekrarlanır, fakat istisnasız tüm ebeveynler çocuklarını yürümeye devam etmeye zorlar.
Kemancının 45 dakikalık gösterisi boyunca sadece 6 kişi durup bir süre bekler. 20 kişi kendisine para verir, sonra yine normal bir şekilde yürümeye devam ederler.
32 dolar toplar kemancı. Gösterisi bitip etrafa sessizlik hakim olduğunda hiç kimse kemancıyı fark etmez bile. Kimse alkışlamaz ya da tanımaz.
Kimse az önce dünyadaki yazılan eserler arasındaki en eşsiz parçayı 3,5 milyon dolar değerindeki kemanıyla çalan bu kişinin dünyanın en yetenekli müzisyenlerinden Joshua Bell olduğunun farkına varmaz.
Bu olaydan iki gün önce ortalama 100 dolar olan konserin biletleri yok satmıştır.
Bu gerçek bir hikayedir. Joshua Bell'in metro istasyonunda kimliği belirsiz bir şekilde verdiği konser Washington Post tarafından algılama, zevk ve insanların önceliklerini kapsayan sosyal araştırma için kurgulanmış.

***
TEBESSÜM
6 saat

Erzurumlu iki sevgili kendi aralarında konuşuyorlar:
Erkek: Seni 365 gün düşünüyorum, verene kurban olurum...
Kız: Kalan 6 saatte ne yapıyorsun?
Erkek: Ne diyorsun canım, çayda mı içmeyeyim...

****

GÜNÜN SÖZÜ
Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun, dedi. Öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an... Bozmadım.
Özdemir Asaf