Birkaç yıl önceydi… Lapa lapa kar yağdığı bir kış günü… Sabahın erken saatlerinde duruşmam vardı. Erkenden adliyeye gittim. Duruşma sırası bekliyorum. Yanımda bir avukat oturuyor. Yaşı 70’in üstünde… Belki de seksene varmış…

Bana döndü ve “Bu kış günü buralarda ne işin var? Ne gezersin?” diye soracaksın sanırım, diye söze girdi…

“Evde oturulmuyor, sabahtan akşama kadar hanımla konuş konuş nereye kadar… Sıkılıyor, bunalıyor insan. Bir şeylerle oyalanmak için geliyorum.”

Evde oturmanın zorluğunu, bir dönem hastalığım sebebiyle uzun süre işe gidemeyince anlamıştım. Az çok tecrübeli olduğumdan hak verdim. Bugünlerde zorunlu ev tatilinde daha iyi anlıyorum…

Çok sevdiğim bir avukat büyüğüm, geçirdiği bir ameliyat sonrası felç olmuştu. Hayatını tekerlekli sandalye ile devam ettiriyordu. İlerleyen yaşına rağmen ilk günlerde yürüyebilmek için büyük çaba gösterdi.

Tekerlekli sandalye ile mesleğine sürdürdü. Hiç pes etmeden 15 yıl daha çalıştı. Ömrünün sonuna kadar işlerini hiç aksatmadı… İş disiplini ve çalışma azmine hayrandım. Herkes dünyaya küsüp eve hapsolurken insanlara yol göstermeyi tercih etti.

Bugünlerde korona hapsindeyiz. Yasak olsa da olmasa da evden adımımızı atamıyoruz. Çöp atmaya çıkarken bile insan tedirgin oluyor…

Evde sıkılıyoruz, bunalıyoruz, eşler arasında kavgalar yaşanıyor, diye dert yanıyoruz.

Doğrudur, herkes sıkılıyor; hele hele bu güzel bahar günlerinde kimse hapis kalmak istemiyor.

Hiç dışarı adımımızı atamayacak kadar hasta olduğumuzu düşünelim.

Ya da başkasının desteğiyle ancak gezebildiğimizi ve ömür boyu bu şekilde devam edeceğini…

Yaşlandığımızı, her şeyi yiyemediğimiz, bir yerlere gidemediğimiz, en kötüsü de iki laf edecek eşimizin dostumuzun olmadığı ihtimalini aklımıza getirelim…

Gençlik geçip gitti, sağlık elden gitti, ayakta duracak güç takat kalmadı, bir de kapıyı açan yoksa…

Asıl felâket budur…

Bugün evdeyiz, yasaklıyız belki…

Şükür ki ailemizle birlikteyiz. En azından sağlığımız yerinde… 

Yarın öbür gün veya bir ay sonra eskiye döneceğiz…

Bahar havasını koklayacak, güneşle hasret giderecek, yine sokakları arşınlayacağız…

Evde kendimize uğraş bulabiliriz…

En önemlisi de hep evde kalan ev hanımlarını az çok anlarız…

Geçici hapis, yeni umutların kapısıdır…

*****

Hayata tersten başlasaydık…

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir. Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu.

Nasıl mı?

Camide uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda… En içten saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette…

Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak... Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar, torunlar hepsi hazır...

Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz... Ne güzel, hazır maaş, hazır ev... Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz...

Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz…

Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz... Herkes karşınızda el-pençe divan... Vücudunuzda bazı hoşa giden hareketler de başlıyor... Gittikçe zayıflıyor, forma giriyorsunuz... Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade… Aman ne güzel günler başlıyor...

Derken bir gün patron size, “Artık üniversiteye gitsen daha iyi olur” diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, “Fazla çalıştın” diyor; “Artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun...”

Keyfe bakar mısınız? Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor... Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor...

Derken anne ve babanız, sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık...

Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar ve “Evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna” diyorlar... Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz...

Derken anneniz bir gün size süt verme kararı alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor... Mama artık her yerde, her an ve en taze şekilde hazır...

Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz... Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz... Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz...

Ve günün birinde müthiş keyifle hayatınız bitiyor…

(Can Yücel’den alıntıdır)

*****             

TEBESSÜM

Asansör                                      

Kapıcı Temel, çalıştığı on katlı binanın asansörü bozulunca asansörün kapısına
şöyle bir yazı asar:

“Asansör bozuktur. En yakın asansör 100 metre ileride, Fulya Apartmanındadır.”

****

GÜNÜN SÖZÜ

Başkalarının hayatından ders alın. İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor.

Tolstoy