Türk kültür hayatına gül güzellikler ve zenginlik getirmiş. Bu güzelliklerden yararlanmasını bilen halkımız, gül ile ilgili onlarca atasözü ve deyim üretmiş. İşte bir kaçı şöyle: 

Gülü seven dikenine katlanır.
Gül çengelsiz yar engelsiz olmaz.
Gülüne bak, goncasını al.
Gül güdük amma kokusu güzel, servi büyük amma yapısı güzel.
Gül dikenli ağaçta biter.
Gül gibi geçinmek.
Güldükçe yüzünden güller açılmak. 
Güllük gülistanlık. 
Gülün kadrini bülbül bilir.
Gülü tarife ne hacet. 
Gülü yad ettikçe bülbülün feryadı artar.

Balasını askere uğurlamadan kısa bir süre önce evlendirmişti.  Şimdi gelini ile birlikte asker yolu gözler olmuşlardı.  Birkaç yıl sonra savaşın bittiği haberi geldi. Gelini ile birlikte sevinmiş, oğulun sılaya dönüş gününü bekler olmuşlardı. Nihayet dönüş tarihi belli oldu. İstasyona oğlunu karşılamaya giderken, gelinine "Can kızım, sen hazırlıkları gör," dedi. 

Yaşlı kadın İstasyona gitti. Bir tren geldi, inenler arasında balasını göremedi. İkinci treni beklemeye başladı. Vakit akşam olmuştu. O tren de gelip gitti. Oğul yoktu. Umudu tükenmiş, boynu bükük evinin yolunu tuttu. 

Eve geldiğinde kapının önünde bir çift erkek ayakkabısı gördü. Oğlunun yatak odasında bir erkek vardı. Bu bir namus meselesiydi. Tüfeği kaptığı gibi odaya daldı. Pat.. pat ... Pat! Oda kan gölüne dönerken, bir feryat neredeyse Palandöken dağlarından yankılanacaktı: 

"Ana ne yaptın o senin oğlun!" Meğer balası ilk trenle gelmiş, yaşlı kadın kalabalıkta onu seçememişti.  İki saat önce gelen delikanlı evine koşmuş, kırk günlük evliyken bıraktığı karısıyla özlem gidermekteydi. O günden sonra, aklını yitiren yaşlı kadın, kendini dağlara taşlara vurdu. Kırmızı gülleri yola yola feryadı figan ediyor, dinleyenler gözyaşını tutamyordu: 

"Kırmızı gül demet demet
Sevda değil bir alamet 
Gitti gelmez ol muhannet
Şol Revan'da balam galdı"

Anadolu'da yaşayan tıp folkloruna göre, gül şifa veren bitkiler arsında da yer alıyor. Örneğin, gül çiçeğini ve yaprağını kaynatıp balla tatlandırarak uzun bir süre içmenin, boğaz iltihabını giderdiğine,  kanı temizlediğine, karaciğer, dalak rahatsızlıklarını, baş ağrısını ve ter kokusunu da yok ettiğine inanılır.  Gül kozmetik ürünleri içinde de yer alıyor. Bülbül yerine eller sürünse de, gül yağı ve gül suyu insanlık için gülden bir armağan... 

Çağlar boyu düğün vuslat yataklarına gül yaprakları serpilmiş, gül döşenmiş. Kitaplarımızın arasındaki gülkurusu yaprakları mutlu çağrışımlara neden olmuş. Şekerli gül tatlıları gülbeşeker adıyla anılmış. Kırmızıya gülgun, pembeye çalanına gül-i suri, sarı-kırmızı olanına gül-i rana , laleye gülriz adını koymuşuz. Aslında farkında olmadan bir gül uygarlığında yaşamaktayız. 

Halk hikâyelerinde güllü isimler yaygın.  Güllü Han ile Melikşah, Mahi Varaka ile Gülşah, Hüsrev ile Gülruh, Gül ile Sitemkâr hikayelerinde olduğu gibi.    
Dilimizdeki güllü deyimlerden söz ettik. İyi babalar ailelerine gül gibi bakar, mutlu ve geçim sıkıntısı çekmeyen aileler gül gibi geçinip gider ve çocuklarını el bebek gül bebek büyütürler. Kız çocuklarına güzel olsunlar diye güllü adlar verilir ki sayıları yüzü geçer. İşte bunlardan bir kaçı:  Ağgül, Asigül, Aygül, Ayşegül, Badegül, Bağdagül, Bahtıgül, Birgül, Destegül, Esengül, Ergül, Gelengül, Goncagül, Güldalı, Güldane, Gülizar, Gül, Gülfidan, Gülnaz, Gülfidan, Gülkız, Gülsema, Gülfem, Gülfer, Güller, Gülser, Güleser, Gülseren, Gülay, Gülşah ve niceleri... 

İstanbul'da çiçek adı taşıyan yüzlerce sokak adı arasında belki yüze yakın ''gül''le başlayan sokak adına rastlarsınız.  

Gül önce goncadır. Bu yüzden güzellerin ağzına benzer. Onun açılması ile güzellerin gülmesi birbirine denk tutulmuştur hep. Gülmek eyleminin açılan bir gonca ile bağı var.  "Yüzünde güller açan"  birinden söz ederken, onun goncaya benzer ağzının açıldığınıdan, yani gülme eyleminden bahsederiz. Çünkü insan da gülünce ağız goncası açılır. Gülün açılması neş'e ve sevinç belirtisidir. Saba yelinin tılsımlı parmaklarıdır ona bu açılışı bahşeden ve yine o parmaklardır alıp götüren kokusunu yedi iklime. Böylece bahar gelir, hayat yeniden başlar, tabiat canlanır.