Ülkemizde neredeyse her gün deprem oluyor…

Depremle ilgili alınan en somut tedbir DASK yaptırmanın zorunlu olmasıdır…

Halk arasında bilinen adıyla zorunlu deprem sigortası…

17 Ağustos 1999 Marmara depreminden sonra Doğal Afet Sigortaları Kurumu kuruldu ve deprem sigortası yaptırmak zorunlu hale getirildi…

Zorunlu olmasına rağmen çok fazla ilgi gördüğünü söylemek mümkün değil.

Her olayda olduğu gibi canımız yanınca hemen çareye sarılırız, biraz zaman geçince yine unuturuz…

26 Eylül’de İstanbul’da meydana gelen 5.8 şiddetindeki depremden sonra DASK ile ilgili ciddi sıkıntılar yaşanmaya başlandı…

5.8 şiddetindeki depremde İstanbul’daki bazı evler hasar gördü…

DASK yaptırıp da evi hasar görenler, sigortadan bedelin ödenmesini talep etti.

DASK’tan para beklerken aldıkları cevapla şaşkına döndüler…

Şikayetçi olan vatandaşların beyanına göre, “Eviniz deniz kumundan yapıldı, size sigortadan ödeme yapamayız” veya “Sizin ev zaten riskli ve eski bina, sigorta bedelini ödemeyecek” gibi cevaplar veriliyor…

Kimilerine ise bırakın binanın tadilatını yapmayı, sıva ve boya maliyetini karşılamayacak kadar düşük bedeller teklif ediliyor…

Mağdur olan vatandaşlar şaşkın…

DASK yaptırırken binanın sağlamlığı nasıl, risk var mı diye hiçbir şekilde inceleme yapılmıyor.

DASK yaptırmak zorunlu…

Daha da ilginç olanı, DASK yaptırmadan zaten elektrik, su ve doğalgaz bağlanmıyor…

Vatandaş evine oturabilmek için zorunlu olarak DASK yaptırıyor. Veya evini kiraya verdi, kiracı adına elektrik sözleşmesi yapılacak, DASK yapmaya mecbur kalıyor.

Ama iş bedel ödemeye gelince muhatap bulamıyor veya muhatap olanlar bedel ödemeye yanaşmıyor…

Allah korusun, herhangi bir depremde binalar yıkılınca aynı sıkıntılar yaşanacak mı?

Senin binan deniz kumundan yapıldı sana para yok mu denecek?

Zaten binanız riskliydi denilerek, sigorta ödeme yapmayacak mı?

İnsanları sigorta yapmaya mecbur ediyorsanız bedelini de ödemek zorundasınız…

Bina zaten çürüktü, riskliydi diye mazeret üretmek sigortacılık mantığına da aykırıdır.

Vatandaşa ikinci depremi yaşatmadan sorunun çözülmesi şarttır.

*****

Üç idam mahkûmu

Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur. Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...

İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başı giyotinin altına yerleştirilir ve sorarlar:

- Son sözün nedir?

Der ki:

- Ben Allah’a inanıyorum. O beni kurtaracaktır. Allah... Allah... Allah...

Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:

- Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur.

Böylece papaz idam edilmekten kurtulur...

Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:

- Söylemek istediğin son sözün nedir?

- Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet... Adalet... Adalet...

Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur...

Bunun üzerine insanlar yine şaşırır ve bağırırlar:

- Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.

Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur...

Sıra fizikçiye gelir. Fizikçiye de son sözü sorulur:

Fizikçi:

- Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim... Bildiğim tek şey şudur; giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.

Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, fizikçinin başı bedeninden kopar...

Toplumdaki düğümler ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir…

Gerçeğe talip olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır.

*****

TEBESSÜM

Ticaret

Adam iş hanındaki çaycıya sorar:

- Bir günde kaç demlik satıyorsun?

- Aşağı yukarı on demlik satarım.

- On beş demlik satmak ister misin?

- Tabii ki isterim…

- Öyleyse bardakları tam doldur!

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Kibir bele bağlanan taş gibidir, onunla ne yüzülür, ne de uçulur.

Hacı Bektaş-ı Veli