Yaşadığımız son deprem felaketi belki de bizlere nerede, ne durumda olduğumuzu gösterecek yeni ve en görünür nirengi noktamızdır.

Deprem bizlere ordusu bir kenara itilip güçsüzleştirilen ülkelerin nasıl çaresiz kaldığını yaşayarak öğretti.

Ordunun görevi ülkeyi sadece korumak, güvende tutmak veya savaşmak değildir. Ordular ülkelerini koruma ve güvende tutmak için sürekli yeni tehditler konusunda araştırma ve çalışmalar yapar. Bu araştırmalar aynı zamanda ülkelerin ilerlemesi için yol gösteren araçlardır.

Dünya tarihi aslında savaşlar tarihidir. Dünya üzerinde gerçekleşen her ilerlemenin arkasında savaş gücünü artırmak vardır. Taşı, sopayı silah olarak kullanmaktan bıçağa, kılıca, baltaya evrilme aslında ilk sanayi devrimi sayılabilir.

Günümüz şartlarıyla örnekleyip değerlendirecek olursak ordunun gelecekteki tehdidin uzaydan geleceğini öngörmesi savunma sanayinin o yöne kaydırılmasına neden olur. Denizden gelecek tehdidin öncelenmesi ise gemi sanayinin her alanda desteklenmesi ve ilerlemenin buradan olması demektir.

Ordular barış döneminde sürekli olarak komuta kadrosuyla saldırı ve savunma simülasyonları yaparlar. Bu çalışmalarda ordunun ve ülkenin neye ihtiyacı olduğu belirlenir. İşte orduların öncül görevi budur. Savaşmak bundan sonrasıdır. İhtiyaçların doğru belirlenmesiyle aslında bütün savaşlar savaşmadan kazanılır.

Askerin görevi barış döneminde sürekli araştırma ve çalışmayla geleceği belirlemektir.

Asker yüzbinlerle ifade edilen orduları sevk ve yönlendirmeyi öğrenir. Bu devasa bir lojistik faaliyettir. Sadece 300.000 kişiyi bir şehirden bir şehre götürmeye çalıştığınızı düşünün. Üstelik bu 300.000 kişinin silahı, topu, tüfeği, yemeği, suyu, akaryakıtı, sağlık malzemesi, sağlık hizmeti, helikopteri, uçağı, insansız uçağı ve devasa cephaneliği de bu sevkiyata dahil edilince işin ne zor olduğu ortaya çıkar.

Gelelim bunca giriş cümlesinden sonra söylemek istediğime. Yaşadığımız son depremde nasıl bir karmaşa yaşandı hepimiz gördük. Türk insanı canından can gönderdi ama gönderilenlerin belki yarısından fazlası ziyan oldu. Onca gıda maddesine, paletler dolusu şişe sularına rağmen insanlar aç ve susuz kaldı.

Lütfen şu soruyu sorun ilahiyat mezunu biri böyle büyük hacimli bir sevk ve organizasyonu sağlıklı yerine getirebilir mi? Hayır asla. Üstelik yıllarca bunun eğitimini almış askerlerden bile iyi ve başarılı komutanlar ender çıkıyorken bu kesinlikle olanaksızdır.

Yetersiz ve liyakatsiz insanların köşe başlarını tutması ne kadar doğrudur?

İnsan kendine sorular sormadan duramıyor. Bu günlerde kafamda dönüp duran bir soru var; insanın yeteneğini ve bilgisini aşan bir makamı kabul etmesi hırsızlık değil midir?

Her ilde afet müdürlüğü kurulsa ve bu müdürlüklerin başında sevk, idare ve lojistik konusunda bilgili insanlar olsa. Afet durumunda neler yapılacağı, hangi dozerlere, vinçlere, kamyonlara nasıl ve hangi şartlarda çağrı yapılacağı bilinse gerekiyor.

Afet bölgesine gelen yardımları karşılama, tasnif etme, ihtiyaç belirleme ve dağıtım konusunda çalışacak ekipler hazır olmalı.

Gönüllülük esasına dayalı olarak sivil savunma ekiplerinin oluşturulup afet ve kurtarma konusunda eğitim verilmeli.

En önemlisi de bu organizasyonda yer alacak asker, polis, sivil savunma ekiplerinin emir beklemeden önceden yapılan plana göre sokağa çıkıp güvenliği sağlaması ve kurtarma çalışmasına başlaması gerekir.

Bir soruyu yeniden soralım kendimize; insanın yeteneğini ve bilgisini aşan bir makamı kabul etmesi hırsızlık değil midir?