Yazıma "Biat et rahat et" diye başlayacağım mecburen. Toplum olarak hafızamız okadar zayıfladiki fazla uzağı deyil üç beş sene önceleri bile hatırlamaz olduk.
Yıldırım Demirören'in BJK'yi yönetirken (yönetemezken) kulübün yaklaşık 1 milyar dolarını harcadı ve bugün bile yöneticilerin elini kolunu bağlayan sorunlar doğdu. Kulübü icralar ile karşı karşıya bıraktıktan sonra Türkiye Futbol Federasyonu'na başkan olması, nasıl oldu hâlâ anlayabilen yok. Futbolun dinamikleri, yönettiği kulübü batıran birisine Türk futbolunun en üst koltuğunu nasıl teslim etti, neyin diyetiydi bilemiyoruz.

Beşiktaş'tan alacağı 100 milyonu İnönü Stadı'nda karar defterini getirtip imzalatması ve daha sonra "Parayı almayacağım, bağış yaptım" dedikten sonra yeni yönetimden parayı talep etmesini çok çabuk unuttuk.

TFF'deki "Ali Cengiz oyunları" yanında, futbola katkı değil, köstek olunması, kafa karıştıran kararlar alınması federasyonun birilerinin "köşeyi dönme" kurumu gibi algılanmasına yolaçıyor. 

En net örnek, Türkiye Futbol Direktörlüğü'ne getirilen Fatih Terim'le yaşandı. Terim'in karıştığı meşhur kavganın ardından Demirören'e istifayı önerdiği, "Hocam işinizin başındasınız" denildiği için göreve devam ettiği biliniyor. Ama iki gün sonra Demirören yönetimi, Fatih Terim'le tek taraflı olarak sözleşmeyi feshederek milli takım hocasını kovdu ve TFF'yi yüklü bir tazminat ödeme yükümlülüğü ile karşı karşıya bıraktı. 
Demirören'e "Kendi şirketinizdeki bir üst düzey yönetici, şirket itibarını zedeleyen bir işe karışıp istifa etmeyi önerse, Terim'de yaptığını mı yapar?" diye sormak lazım. 

Terim, sadece karıştığı kavgayla, Milli Takım içerisinde yaşanan kavgalar, küfürleşmelerle değil, Futbol Direktörü olarak Türk futbolu için de olumsuz kararlar aldı ve dünya kupasına Terim ve TFF sayesinde katılamadık.

Son yıllarda her yanlış giden işin altında olduğu gibi, futbolda da güce biat, siyasete yaltaklanma ve kişisel menfaatler öne çıkıyor. Buna, TFF'den kulüp yöneticilerine, hakemlerine kadar birçok kesim ya bizzat katılıyor, ya da "neme lazım" diyerek yanlış süreci izlemekle yetiniyor. 
TFF'nin bütçesi, bazı üçüncü dünya ülkelerinin milli gelirlerine yakın büyüklükte. Ama Galatasaray'ın kazandığı UEFA şampiyonluğu ve Milli Takım'ın dünya üçüncülüğü dışında uluslararası başarımız yok. Çünkü, içeride eyyamla, kayırmayla, toleransla ve binbir türlü derin hesaplar yapılıyor. Ama bu hesaplar Kapıkule'yi geçince boşa çıkıyor, gerçeklerle yüz yüze kalınıyor. 

Galatasaray'ın maçlarını Cuma günleri oynamasıyla ilgili konu gündeme geldiğinde Fatih Terim'in 14 Eylül'de kameralar önünde "Maç programlarını yayıncı kuruluş, TFF ve bizim yöneticilerimiz birlikte yapıyoruz" dedi. Aklıma, 10 Eylül 2016'da, Beşiktaş'ın şampiyonlak ligi maçı öncesi Karabükle oynayacağı karşılaşmayı erteletme girişimi geldi. TFF Başkanı Demirören buna şiddetle karşı çıkmıştı. Şimdi ise yayıncı kuruluş, TFF ve takım yöneticileri maç planlaması yapıyor gibi bir bahane öne sürülüyor. 

TFF yöneticilerinin, bir takım için transfer kovalamasına şahit olduktan, hakemler üzerindeki garip uygulamaları gördükten, Milli Takım'ın ilçler acısı halini izledikten sonra bu TFF'ye kim, nasıl güvenecek ki!