Çocukluk günlerinizi anımsayınız. Bir an önce gençlik günlerine ulaşma arzusu duyarsınız. Sonra yuva kuracağınız günlerin hayaliyle günlerin, haftaların, ayların, yılların hemen bitmesi için yakarırsınız. O günlere de ulaşırsınız. Çoluk, çocuk sahibi olma isteği. Olgunluk çağına ulaşabilmek, ev bark sahibi olabilmek, bazı mevki makamlara kavuşmak çabası...  Bir yandan da yaşlılık günlerine özlem. Sanırsınız ki o günler gelmeyecek. Bir esin rüzgârı gelir empati yaparsınız:

"Fırtınalar kasırgalar mı yaşanmadı,
Yanmadı kavrulmadı mı sanırsınız cayır cayır,
Çıngı çıngı şimşekler mi çakmadı,
Yıldırımlar mı düşmedi gönül evine?
O gönül ki;
Gün olmuş, kaptırmış kendini melankoli seline;
Gün olmuş kelebekler gibi pır pır
O çiçekten bu çiçeğe uçmuş! ...

Duygular denizi süt liman şimdi,
Sessiz, korkulu bekleyişte.
Omuzlara çökmüş bir kuru soğuk;
Onca iniş çıkışların yorgunu bu dizler,
Eklem eklem yayılan sızı,
Arada bir öksürük boğuk boğuk;
Gözlerin feri mi kaçmış?

Binbir anıyla karışık,
Dualı gecelere gebe gündüzler,
Umutlar nasır tutmazmış meğer;
Dün emeklilik kararını almıştım gönlümün,
Bu sabah uyandım ki;
Bademler çiçek açmış!
(A. Özdemir)

Ve bir de bakmışsınız ki, bademler çiçek açmıyor gayri... Bir birini kovalayan baharlar, yazlar, sonbaharlar, kışlar, geride kalmış. Kışa demir atmışsınız. Gönül faslı böyle.  Biz gerçek kışa dönelim. Bu yıl kış olmadı hemen bahara ulaştık derken baktık ki ağaçlar çiçeklerle dolmuş. Eyvah, dedik. Ya kış geri gelirse, çiçekler donarsa... Nitekim öyle oldu.

Çocukken, dört mevsimi ocak ayından başlatarak kurgulardım, ortaya bir çarpıklık çıkardı. Yıllar sonra, kışın ocak ayından değil, aralık ayından itibaren başladığını öğrendim. Çarpıklık kayboldu, aylar yerli yerine oturdu.  Bir şey daha öğrendim. Kışın yüzü soğuktur ama ruhu sıcaktır. Sıcaklığı sağlayan da anılardır.

Mehmet Süreyya yazmış: "Bir vakitlerdi radyo kışları  /  Perdeler basma  / Saç soba çıtırdar  / Ay yalnayak sularda / Kar değil hüzün yağardı  ...."  Kar konusunu bir yana bırakalım. O, musikisiyle, tipisiyle, başlı başına ele alınacak bir konu, bir şiir.  Biz şimdi çıtır çıtır saç sobanın yanıda ısınalım. Üzerinde fokurdayan çaydanlığı dinlerken, Beşir Ayvazoğlu'nun "Çerkez'in Kahvede Bir Kış Gecesi"ni hatırlayalım:

"....  Ortada nar gibi kızarmış ördek soba  /  çerkez emmi'den evvela  /  sıcacık bir 'buyrunuz'  / çaylar mı? tavşan  / kanı, şâhâne  / çerkez'in bir kahvesi var  / altı kaval üstü şeşâne   ..."

Ahmet Kutsi Tecer'in "Kış Düşünceleri" hiç de sıcak değil: "Yaşamak diyordum, yaşamak ne hoş! / Hele bir gelmesin n'olurdu bu kış. /  Nerde o kahkaha, o ses, o alkış  /  Şimdi yerini aldı düşünceler..." diyor.

Gribin yanı sıra ''kış depresyonu'' nun, insanların, kendilerini sürekli yorgun ve aç hissetmelerine yol açtığı söylenebilir. Kışın, karamsarlığı çağrıştırdığından, güneşin pek az yüzünü gösterdiğinden yakınılabilir. Bu düşünceyi pekiştirmek için, kış mevsimine "Kara Kış" denildiği, kara renginin bilinç altında olumsuz bir çağrışım yarattığı öne sürülebilir. Ama bir başka açıdan da  bakabilir, kış olmadan, bahar nasıl gelir, diye düşünebiliriz.

Bir başka düşünce şöyle: " Kış, mevsimlerin en merhametlisidir. Evin, sarılmanın, sarınmanın, sarmalanmanın, uzun çayların, derinlemesine yemeklerin, karşılaşmaların değil buluşmaların,  sıcak olan her şeye doğru neşeyle yönelmenin, böylece hep beraber ılımanın mevsimi...". Düşünce mi istediniz, haydi buyurunuz buradan: Biraz gelenek ve göreneklerimize bakarsanız, yollarda çıplak ayaklı çocuklar görüp en yakın dükkandan ona ayakkabı almanın, sokağın ucundaki yaşlı kadına, utandırmadan nasıl odun parası vereceğini, düşünmenin mevsimi... Hâsılı kış; mevsimlerin en ince düşündürenidir.