Atatürk’ün önderliğinde 1580 Sayılı Kanun ile 1930 yılında kadınlara ilk kez belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı verildi. 26 Ekim 1933 tarihinde Köy Kanununda yapılan değişiklikle kadınlar, muhtar ve köy ihtiyar heyetine seçme ve seçilme hakkı kazandı.

5 Aralık 1934 tarihinde ise kadınlar seçme ve seçilme hakkına kavuştu. 8 Şubat 1935’te yapılan seçimlerde 18 kadın milletvekili olarak Meclis’e girdi.

2015 yılında Suudi Arabistan’da kadınların belediye seçimlerinde sadece oy kullanabilmesini bile büyük bir haber gibi sunanların 86 yıl önce verilen hakkı yok saymaları ne kadar acıdır…

Daha da acısı Cumhuriyet’in getirdiği büyük kazanımlar sayesinde milletvekili olan bir kadının, Cumhuriyet için “90 yıllık reklam arası” diyebilmesi akıl tutulması değilse başka ne ile izah edilebilir?

Sadece kadınlara verilen haklar mı?

Cumhuriyet sayesinde milletvekili, bakan olanların, hatta Başbakan ve Cumhurbaşkanı olma hakkına kavuşanların saltanat özentisinde olması hangi akılla açıklanabilir?

Oylarıyla muhtar, belediye başkanı, milletvekili, bakan, Cumhurbaşkanı seçme hakkına sahip olanların, sadece bir aileden gelmesinin dışında hiçbir vasfı bulunmayan insanların saltanatını hararetle savunmaları, 100 yıl sonra bile hâlâ o sisteme özenmeleri kin ve intikamdan başka neyle açıklanabilir?

Aradan neredeyse 100 yıl geçtiği halde kadınların, erkeklerin eşi ve eşiti olduğunu kabul edemeyenlerin Cumhuriyeti ve demokrasiyi kabullenmelerini beklememek lazım…

Kadınları mal gibi gören cahiliye Arap kültürünün tesirinden kurtulamayan, kadınların da yaratılmışların en kutsalı insan olduğunu anlamayan, kadınların en kutsal varlık anne olduğunu bile idrak edemeyen bu kara zihniyet, maalesef kendine taraftar da bulabiliyor.

Bazıları kadıları kul köle olarak kullanamadıkları için kendi çıkarlarına dokunduğundan, kendilerine aynı anda 3-4 eş alamadıklarından öfkeliler, kin besliyorlar anlaşılan…

Ya bazı kadınlar…

Kendilerini döven, şiddet uygulayan, dayağı hak gören, mal gibi alıp satılabilen, insan olarak bile görmeyen, tek başına yola çıkmasına izin vermeyen bu ucube düzeni savunan bazı kadınların mantığını anlayan varsa açıklasın…

Türkiye’yi yüz yıl değil, bin yıl geriye götürmek isteyen bu kara cahillere önce kadınların karşı durması gerekir…

*****

Vefalı Türk anası

Gazi Mustafa Kemal, çiftliğinde dolaşırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

- Merhaba nine.

Kadın, Atatürk’ün yüzüne bakarak hafif bir sesle;

- Merhaba, dedi.

- Nereden gelip nereye gidiyorsun?

Kadın şöyle bir duralayıp;

- Neden sordun ki, buraların sahibi misin? Yoksa bekçisi mi?

Paşa gülümsedi.

- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?

Kadın başını salladı:

- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey. Otun güç bittiği, atın geç yetiştiği, kavruk köylerinden birindenim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Ankara’ya geldim.

- Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?

- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum da gâvur harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de gün demeyip muhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Ankara’ya, geceleyin geldim. Yolu neyi de bilemediğimden işte akşamdan beri böyle kendimi oradan oraya vurup duruyorum bey.

- Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı?

Kadının birden yüzü sertleşti:

- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı kurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gâvurun köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyorsun, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı bulacağım yeri deyiver.

Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek;

- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu dedi.

Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum; anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.

Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü Ata’nın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’e uzattı;

- Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi:

- Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.

*****

TEBESSÜM

Bilet

Temel bir gün opera gişesine gider:

- Hanımefendi, iki bilet rica ediyorum.

Gişedeki kadın sorar:

- Romeo ve Juliet için mi efendim?

Temel sinirlenir:

- Hayır, tabi ki karım ve benim için

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz! Zira siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız.

Hz. Muhammet (SAV)