Bir gün gerekir diye bir dörtlüğünü kaydetmişim:       

“Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar

Doğruyu söyler gezer bir şairim

Bir güzel mazmun bulunca Eşrefa

Kendimi hecveylemezsem kafirim”

Şair Eşref aramızdan ayrılalı yüz on iki yıl geçmiş.

26 Mayıs günlü yazımda anlatmıştım: Ziya Paşa diyor ki, “ Ayinesi İştir Kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” Yani: “İnsanın aynası işidir, lâfa bakılmaz; bir kişinin aklının seviyesi, yaptığı işte görünür.”

Bunun için Şair Eşref’in hayatı yerine şiirlerinden söz edeyim: Bir şiirinde şöyle diyor:

“Kişi, kâmîl oldu mu üstat mertebesinde,

Ona madde üstünde bir değer vereceksin…

Baktın ki; hali, tavrı değişti meclise gelişte,

Çüüşşş…deyip, sırtına bir semer vereceksin!”

 Ah neyleyim ki, memlekette semerci kalmadı. Kalaycı da kalmadı. Kalaylamak yalnız “Oksitlenmeden korumak için bir metal parçasını veya bakır kabı kalay tabakası ile kaplamak, eksiklikleri, kusurları görünüşte gizlemeye çalışmak” sanmayınız. 

Kalaylamak bencileyin gönül yelpazesidir. Nasıl anlatayım bilmiyorum. Araya bir parantez açmak lazım ki, içinde kalaylamanın anlatımı olsun:

Kahvehanede iş isteyen çingeneye birçok hakaretler etmişler. Bizim çingene de o anda tepsideki yeni yapılmış kahveyi kapıp kafasına diktikten sonra, köpüklü köpüklü saydırmaya başlamış. Ne diyor bu demişler. Kalaycıymış, kalaylıyor diye karşılık gelmiş. Ne kalaylıyor diye sormuşlar. Valla anandan başladı, avradından kızına oğluna geçti, hâlâ kalaylıyor.”

Anladınız mı şimdi benim gönül yelpazesini.

Parantezi kapatıp sözü Şair Eşref’e getirelim. Gevezeliği bırakıp ondan kıssadan hisseler çıkaracağınız bir anekdotu Hilmi Yücebaş’ın  “Şair Eşref Bütün Şiirler ve Hatıraları” kitabından yararlanarak yazayım:

Bir gece sarhoş olan Şair Eşref’i  polisler sıkıştırırlar. O da dayanamaz birine tokat atar. Oda savcılığa şikâyet eder. Korkak ve duruma göre karar veren Savcı (Mustantık) sorular sormaya başlayınca, Eşref şöyle der:

“Elinde yok adâlet, olsa da sen kim, adâlet kim,

Kimi mazlum görürsen hep “Kabahat sendedir” dersin...

Polisler üstüme saldırdı, ben de sille aşk ettim

Be Mustantık Efendi!. . Söyle, sen olsan ne b… yerdin?”

Süleyman Nazif’e; “Eşref ile Nef’i arasında ne fark var?” demişler, o:

 “Nef’i’nin yüz beyitle göklere çıkardığı bir adamı, Eşref bir beyitle yerin dibine sokar” demiş.

 Aslen Yahudi dönmesi sanılan, güzel şiirleri olan, iki defa sadrazamlık yapan, Abdülhamit’e meşrutiyeti teklif ettiği için İzmir Valiliğine sürülen Kıbrıslı Kâmil Paşa’yı Eşref, aşağıdaki beyitlerle tenkit etmiş ama, Eşref’i her dönemde en çok koruyan, kollayan o paşa olmuştur:

 “Agop paşayı lütfet padişahım sadr-ı a’zam yap

Denînin peyrev-i ikbâli varsın bir denî olsun

Sadaret mührünü memnû’ ise vermek Müslüman’a

Yahudiden usandık bir zaman da Ermeni olsun”

Eşref İzmir’de hazır elbise satan Yahudi bir esnaftan alış-veriş yapar ama, sonradan kazıklandığını öğrenir. Aynı günlerde de Kıbrıslı Kâmil Paşa Sadrazamdır. Şu dörtlüğü yazar:

“Hazır elbise satan kavm-i Yahud’dan birisi

Bana bir kaşkariko eyledi külliyet ile

Ben anın ânesini babasını beller idim

Sadr-ı a’zam darılır gayret-i milliyet ile.”

Kâmil Paşa hiç gülmeyen bir insanmış Eşref onun için şöyle yazmış:

“Peyü marı, çeşmi mûru, nânı molla kesnedid,

Lütfü nisvan, künhü Yezdan, ruhu insan kesnedid

Saydığım şeylerde bazen emri mâkûs olsa da,

Vali Paşa’yı fakat ömrümde handan kesnedid!. . . ”

 Biliyorum diyeceksiniz ki, Şair Eşref ne diyor?  Yazayım:

“Yılanın ayağını, karıncanın gözünü, imamın ziyafetini kimse görmemiştir.

Kadının lûtfunu, ulûhiyetin esrârını, insanın ruhunu kimse görmemiştir.

Saydığım şeylerin bazılarını belki gören olmuştur.

Fakat Vali Paşa’yı gülerken, ömründe kimse görmemiştir.