Türkiye'de çok partili hayata geçişin ardından nükseden bir hastalık tribün siyaseti. Oy verecek olanın gönlünü okşayacak, gaza getirecek sözler söyle, vaadlerde bulun, alkış, coşku ve arkanı dön git...

Meydanlardaki manzara, TBMM'ye de taşındı yıllar içinde. İşe yarıyor mu peki? Her zaman değil. Türk siyaset tarihinin en renkli ve nüktedan isimlerinden Osman Bölükbaşı, hitabeti ve esprili dili sayesinde meydanları dolduruyordu ama sandıktan çıkmayı başaramıyordu bir türlü.

Artık öyle nüktedan, esprili siyasetçimiz kalmadığı gibi, eleştirisini bile "nezaket" çerçevesinde yapan neredeyse yok gibi. Bu sütunda defalarca siyasetçilerin "zehirli diline" dikkat çektik ve "İmam-cemaat" ilişkisini hatılatarak toplumdaki gerginliğin sürekli olarak arttığını anlatmaya çalıştık. Bu gerginlik, sokakta, dolmuşta hatta aile içinde bile en ufak kıvılcımda patlamaya dönüşüyor, canlar yanıyor. İnsanlar "adaletten" ve "sistemden" umudunu kestikçe, kendi kurallarına göre yaşamayı tercih ediyor ve bu da bir nevi "sosyal anarşi" doğuruyor. Cinsel suçlardaki korkunç artış da toplumun nasıl bir psikoloji içerisinde olduğunu ortaya koyuyor.

* * *

15 Temmuz ihanetinin ardından siyasetin dilindeki sivrilikler kısmen törpülendi. Lider kadronun birbirlerinin adını zikrederek sarf ettiği yenilmez yutulmaz sözler arşivlerde duruyor şimdilik. "Milli beraberliği bozan taraf ben gözükmeyeyim" titizliği var söylemlerde.

Ama tribün siyaseti yine tüm hızıyla devam ediyor. "Gözünün üzerindeki kaş yamuk" demek için de fırsat kolluyor siyasetçiler birbirleri için. Liderlerin yakın çevresinde yer alan "kurmay" düzeyinindekiler de dikkatli davranıyor. Ama o halkanın etrafında çevrelenmiş, tüm umudunu siyasete bağlamış olanlar trübünlerin gönlünü hoş tutup varlıklarını sürdürebilmek için salladıkça sallıyor.

TBMM tatilde olduğu için partilerin grup toplantıları da yapılmıyor doğal olarak. Hiç yokluğunu hissediyor musunuz? Ben hissetmiyorum.

Ülkenin Başbakanı ve iktidar partisinin genel başkanı veya ana muhalefet partisi lideri kürsüye çıkıyor bir alkış, bir slogan furyası başlıyor.

Belki de ülkeye en acı haberlerden birini verecek Başbakan ve kamuoyunun bilgilenmesi için önemli açıklamalar yapacak. Ama sloganlar, marşa dönüştürülmüş klişe laflar (çoğu da oradan buradan devşirme) bir türlü kesilmiyor.

Hükümetin aldığı veya almaya hazırlandığı kritik kararlar hakkında parti grubunu ve kameralar aracılığıyla ülkeyi bilgilendirecek Başbakan, ama konuşması sık sık amigoların yönettiği gruplar tarafından kesiliyor.

Ana muhalefet partisinin grup toplantısı için de geçerli aynı şey...

* * *

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, İstanbul'daki bayramlaşma töreninde aynı akıbeti yaşadı. Erdoğan, 15 Temmuz şehitlerini anıyor, darbe girişiminin ülkeye yansımalarından kesitler sıralayarak ülke kamuoyuna ve dünyaya mesajlar vermeye çalışıyor. Alkış, slogan, devşirme marşlar... Yutkunuyor Erdoğan, bakışlarıyla tribünlere "artık yeter" diyor ama amigoların sırtı dönük, görevini en iyi şekilde yapıp ağabeylerinden şeddeli bir "afferin" almak için ardı ardına slogan sokuyor devreye. Hitabet konusundaki ehliyetini yıllar öncesinden ispat etmiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan insicamını yitirmiyor elbette, promter cihazı sık sık durduruluyor, yazının akışı donduruluyor. Ama yeni bir cümleye başladığında daha cümle bitmeden yine aynı koro, aynı sloganlar ve marşlar... Al işte sana tribün siyaseti...

TV'de siyasetçi ve gazetecilerin de içerisinde yer aldığı 5-6 konuklar ciddi bir konuyu tartışmak için toplanmışlar. Daha ilk turun başlangıcında karşılıklı laf atmalar, sataşmalar, hatta bazen hakaretler. Fikirin bittiği yerde küfüre sarılmalar, suçluluk psikolojisini saldırganlıkla atma gayreti kabak gibi gösteriyor kendisini.

İki siyasetçi karşılıklı iki laf çakıyor birbirine, sosyal medyada kıyamet kopuyor adeta. Oradaki laf çakma, sosyal medya mecrasında ağır küfürlere, hakaretlere hatta "erkeksen gel" çağrılarıyla adres vermelere, tehditlere dönüşüyor. Bereket, sosyal medyayı bu ülkenin sadece yüzde 5'i geçmeyen bir bölümü ciddiye alıyor da, sokaklara taşmıyor oradaki kan kokan gerilim...

Tüm kesimlere çağrım: Bu milleti enayi yerine koymaktan vazgeçin artık. Kendi kamburunuzu başkasının sırtına sarma gayretinden de, karşınızdakini yerin dibine batırarak yükselme gayretinden de kimseye hayır gelmez. Evet, sorunun olduğu yerde en açık ve net cümlelerle sorunu işaret edin. Sorunun yol açabileceklerini de anlatın. Ama çözüm önerinizi de ardından ekleyin.

Sizi ciddiye almamızı istiyorsanız eğer, TBMM grup toplantılarını da, TV programlarını da "tribün şov"a dönüştürmekten vazgeçin artık. Parti içi organizasyonlarda kim kimi alkışlıyor, kim kimi omuzlarda havalara zıplatıyor beni ilgilendirmez. Ama TBMM millet iradesinin kutsal sembolü, orayı şov arenasına çevirme hastalığından vazgeçin artık...