Transfer denilince akla futbol gelse de en çok konuşulanı siyasetteki parti değiştirmeler oluyor.

Ülkemiz siyasi transferlerden çok çekti, hâlâ daha çekiyor; görünen o ki önümüzdeki yıllarda da çok çekecek.

1980 öncesindeki meşhur Güneş Motel olayı hiç unutulmaz.

1977 yılı sonunda Adalet Partisinden 11 milletvekili istifa ederek CHP’ye katıldı. 11 milletvekilinin istifasıyla hükümet düştü.

Milletvekillerinin bir kısmı bakanlık anlaşmasıyla istifa etmiş, bazılarına da değişik vaatler verilmişti. Sonuçta kirli pazarlık neticesinde hükümet değişmişti.

Bu sebeple olacak ki; 1982 Anayasasında milletvekillerinin bir partiden başka bir partiye geçmesi, başka bir deyişle transfer yasaklandı.

Yasakları çiğnemek konusunda mahir olduğumuz için buna da şeytani bir çözüm bulduk.

İstifa eden milletvekili veya milletvekilleri yeni parti kuruyor; partilerini katılmak istedikleri partiyle birleştiriyorlardı.

Hülle partiler mantar gibi bitmeye başlamıştı.

Transfer yasağı çözüm getirmeyince, Anayasadan da kaldırıldı.

Yasak kalkınca değirmen anahtarı gibi bütün partileri dolaşan milletvekilleri bile oldu.

Yakın siyasi tarihimiz, iktidar partisine en ağır sözlerle hakaret eden, hatta küfür eden parti liderlerinin ertesi gün hakaret ettikleri partiye katıldıklarına şahit oldu.

Hatta en ağır sözlerle muhalefet eden, iktidara demediklerini bırakmayan muhalefet partilerinin de hiçbir karşılık beklemeden iktidara destek verdiklerini gördük.

İktidara yaranabilmek veya belli bir gruba kanalize olabilmek için parti kuranlar bile oluyor.

İktidara karşı olmayı temel felsefe sayanlar bile koşa koşa veryansın ettikleri partiye katılıyorlar.

Milletvekili transferi günümüzün sorunu değildir; çok partili hayata geçtiğimiz günden beri tedavisi olmayan kangrendir.

Yasağın bir çözüm olmadığı anlaşıldı, çünkü yasakları delmek o dönem iktidar olanların ve diğer partilerin işine geliyordu.

Maalesef bugün için de aynı felsefe geçerli…

Milletvekili transferi, sadece milletvekillerinin veya partilerin sorunu değildir. Halkımızın seçimleri anlama ve demokrasiyi yorumlama sorunudur.

Temel sıkıntımız halkımızın siyasi transferlere karşı duyarsız kalması, hatta çoğu zaman destek olmasıdır.

Halkımız gücü seviyor, güçlünün yanında durmayı tercih ediyor; çünkü güçlünün yanında durduğu zaman kâr edeceğini umut ediyor.

Aynı mantık bazı milletvekillerinde de olunca özellikle iktidar partilerine katılmak işlerine geliyor.

Toplum eğer güçlünün değil de hakkın, hukukun, adaletin ve ahlâkın yanında durursa…

Siyaset kişisel çıkar için değil de ülkenin menfaatleri için yapılırsa…

Siyaseti kendi çıkarları için yapanlar, siyasi hesaplarla parti değiştirenler itibar görmezse, hatta toplumdan dışlanırsa…

Siyasi transfer de siyasi ahlâksızlık da sona erer…

*****

Siyasi ahlâk

Sene 1942…

Babam, başbakan. 

Aynı zamanda, Fenerbahçe Başkanı. Ankara’dayız.

Fenerbahçe’nin maçı var.  Kardeşim ve dayımla birlikte maça gitmek istiyoruz.

Ama havamız olsun diye, bizi babamın götürmesini istiyoruz.

Babamdan çekindiğimiz için söyleyemiyoruz, anneme söylüyoruz.

Annem, babama aktarıyor, “Çocukları maça götür” diyor.

Babam, “Peki” diyor.

Hep birlikte başbakanlık makam aracına biniyoruz, stada geliyoruz.

Şeref tribününe oturup, sahayı en güzel yerden seyredeceğimizi düşünürken…

Babam şoföre sesleniyor, şurada dur diyor.

Cüzdanından para çıkartıyor, dayıma veriyor; “Haydi bakalım çocuklar, gişenin önüne geldik, gidin biletinizi alın” diyor.

Oğlu anlatıyor bunu…

Şükrü Saracoğlu’nun oğlu…

Başbakan, Fenerbahçe Başkanı…

“Avanta almayacaksın” diyor.

Alt tarafı bilet… Evladına bile ayarlamıyor.

“Her ne almak istiyorsan, mutlaka parasını ödeyeceksin. Suistimalin büyüğü küçüğü olmaz” diyor.

Ve seneler geçiyor… Başbakanlar değişiyor, Fenerbahçe başkanları değişiyor.

Kadıköy’de maç var.

Sonradan Fenerbahçe Başkanlığı koltuğuna oturan Faruk Ilgaz, stada giriş yapmak üzere geliyor. O sırada gözü takılıyor, bilet kuyruğunda bekleyen, yaşı hayli ilerlemiş, bastonlu bir beyefendi görüyor.

Dikkatlice bakıyor, o da ne? Bilet kuyruğunda bekleyen beyefendi, Şükrü Saracoğlu!

(Alıntıdır)

*****

TEBESSÜM

Başbakan

Churchill, akıl hastanesini dolaşırken birinin kendisiyle hiç ilgilenmediğini görmüş:

- Ben kimim biliyor musun? Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun başbakanıyım!

Hasta gülmüş:

- Dikkat et, ben de öyle diyordum, alıp buraya getirdiler.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından rahatsızlık duymaz.

Victor Hugo