Karacaoğlan’ı tanıyabilmek, şiirlerinde anlatmak istediğini anlayabilmek ve Karacaoğlan güzelliğine ulaşabilmek için, içinde bulunduğu toplumsal yapıyı bilmek gerekir.

Kuşkusuz, Karacaoğlan’ın âşıklık yolundaki ustası, içinde yetiştiği toplumsal çevresidir. Türkmenler, kışın kışladığı alçak yerlerde, yaylaların özlemini duyar; ilkbaharın gelmesini dört gözle beklerler. İlkbaharda bütün doğaya olduğu gibi, insanların ruhuna da can suyu yürür, yaşama sevinciyle dolar taşarlar. Bu yüzden olsa gerek, Türkmen kız ve gelinleri, süslenip yaylalara göç günlerini heyecanla beklerler. Oba halkının yollara düştüğü an, coşku doruktadır.

O günler yayla güzeli seçilir. Gün görmüş yaşlılar toplanır adaylar tespit edilir. Sonra yayla güzelinde olması gereken güzellikler adaylarda aranır. Her şeyden önce, yayla güzelinin iyi ahlâklı, yalan bilmez, iyiyi kötüden ayırır olması gerekir. Sonra yayla güzelinde boy bos, endâm güzelliği aranır. Örneğin kaşı, gözü, saçı elâ; saçı, kaşı, kirpiği siyah; teni, dişi, tırnağı ak; yanağı, dudağı, dili kırmızı; omuzu, kalçası, göğsü yuvarlak; burnu, ağzı, ayağı küçük; parmağı, bacağı, boynu uzun; beli, sesi, şekli ince; dizi, gözü, nazı büyük olmalıdır.

Bu özellikler oba kızlarında aranır. Seçilen güzel duyuruluncaya kadar, yürekler çarpar durur. Yayla güzeli, hangi obadan seçilmiş ise, o oba kutlu, o oba mutludur. Herkes o obadan kız almak, oğlanlarına kız vermek ister. ( Mustafa Ertaş, Taşaeli’nde Karacaoğlan, (Kendi yayını) Konya, 1999, s. 13.

Göç günü ala çuvallara yükler tutulur. Yiyecekler hazırlanır, heybeler yerleştirilir. Herkes en güzel giysilerini giyer. Allı morlu yazmalarını bağlarlar. Giysilerinden gelin mi kız mı oldukları belli olur. Yayla güzelini en usta hanımlar süslerler; zülüf yapılır, gözler sürmelenir, başına başlık giydirilir, ön tarafına zincir üstüne katar katar altın ve gümüşler dizilir, bunların araları el işi oylarla süslenir, belikleri örülür; giysileri, kuşağı renk cümbüşüdür; anlatmakla bitmez.

Karacaoğlan, bu ortamın âşığıdır. Koşmaları, semâîleri, türküleri ile ayaktadır. O, baharın, yazın çağıldayan suların, gür pınarların, açan goncaların, öten kuşların, özellikle genç ve güzel Türkmen kızları ile Türkmen gelinlerinin şairidir. Karacaoğlan, yaşamanın sevincini damarlarında duyan, allı morlu giysiler içinde peri kızlarını imrendirecek kadar çekici olan güzellere rahatça seslenen, arzuladığı serbestlikle duygularını dile getiren bir kişidir.

Karacaoğlan’ın yazılı edebiyattan etkilendiği ve esinlendiği söylenemez. Onun şiir çevresi eğitim ve öğretim görmüşlerden farklıdır. Esin kaynağı gördüğü doğa, konduğu obaların güzelleri ve obanın günlük yaşamıdır.

Karacaoğlan’ın ömrünün büyük kısmı Güney Anadolu’da oymaklarda, obalarda, aşiretlerde geçmiştir. O obalar ve oymaklar, devlet otoritesine bağlı değillerdir. Katı dinsel kuralların baskısı altına girmemişlerdir. Kentlerde olduğu gibi, kadın erkek arasında kaç-göç yoktur. Çocuklar daha ergenlik çağındayken, obasının geçmişten gelen geleneklerine bağlılıkla büyümektedir.

Kadın erkek ayımı yapılmadan herkesin sorumluluğu vardır. Yaylalara çıkılırken göç hazırlığının ilk bölümü kızların, gelinlerin, anaların işidir; ama yüklerin bağlanması, yollarda önden yürüyüp toplumu korumak erkeklere düşmektedir. Sütleri kadınlar sağmakta, yoğurdu, yağı onlar yapmakta, yemekleri kadınlar pişirmektedir. Koyunların ve öteki küçük ve büyük baş hayvanların çobanlığını ya da sığırtmaçlığını yapmak, obalar arasında, hattâ kimi zaman hükümet güçleriyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda dövüşe hazır olmak, gereken silâh tâlimlerine alışmak, düğün ve derneklerde kültürlerinin ifadesini şekillendiren oyunları rahatça ve usulüne göre oynayabilmek; küçüklere sevgi, büyüklere saygı konusunda geleneklere uygun davranmak erkeklerin işidir.