En iyisi Ruhsati gibi bunak, ne dediğini bilmez moduna girmek:

“….Çark bozulmuş dünya ıslah olmuyor

Ehl-i fukaranın yüzü gülmüyor

Aşık Ruhsat dediğini bilmiyor

Yazı belli değil hat belli değil.”

Kimi beyitler vardır ki, türlü uyarılara rağmen kötü gidişini düzeltmeyenlere son uyarıyı yapan vecize işlevi görürler. Şu beyti, kulağımızı kaptırırken, öğretmenlerimizden, büyüklerimizden duymuşuzdur:

“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir

Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”

Günümüz Türkçesi ile açıklaması şöyle: “Nasihat ile uslanmayanı azarlamalı, azarlama ile uslanmayanı köteklemeli. Yani pataklamalı.”

Politika ortamında sıkça kullanılıyor. Durmadan konuşan boş vaatlerde bulunanlara söylediğiniz olmuştur:

“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”

Bu beyti de şöyle açıklayabilirim: Kişinin aynası yaptığı işlerdir, laflarına bakılmaz; çünkü kişinin akıl düzeyi yaptığı işlerle ortaya çıkar.

Sorumsuz, bayağı ve soysuz kimse eline bir yetki ya da imkân geçince huyunun, yaradılışının gereğini yerine getirir. Öyle ki en yakınlarına bile kötülük yapmaktan çekinmez anlamında (teşbihte hata olmaz) Çingeneye beylik vermişler, babasını astırmış, denir. Bunu giyim kuşamla örnekleyecek olursanız, şöyle söylersiniz:

“Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma

Zer-dûz palan vursan da eşek yine eşektir”

Genç arkadaşlarım için bunun da açıklamasını şöyle yapabilirim: Kötüye, üniforma ya da gösterişli, pahalı giysiler soyluluk verir mi hiç; eşeğe altın işlemeli semer vursan da eşek yine eşektir.

Ziya Paşa, aşağıda örnek olarak aktardığım hece ile yazılmış birkaç şarkısı da vardı.

Akşam olur, güneş gider şimdi buradan;

Garip garip kaval çalar çoban dereden.

Pek körpesin, esirgesin seni yaradan,

Gir sürüye kurt kapmasın, gel kuzucağım;

Sonra yardan ayrılırsın, ah yavrucağım!.

………..”

Ziya Paşa genel olarak divan şiiri geleneğine bağlı kaldı. Bu şiir anlayışının duyuş ve düşünüş özelliklerinden, mazmunlarından yararlandı.

Batılılaşma yanlısı düşüncelerini, siyasal inançlarını, dil ve edebiyat konusundaki görüşlerini düz yazılarında anlattı.

1868 'de Hürriyet'te yayımladığı ünlü "Şiir ve İnşa" makalesinde, Türk edebiyatının çağdaş bir düzeye erişmesini, gerçek Türk edebiyatı olan halk edebiyatının bu yenileşmede temel alınması gerektiğini savunmuştu. 1874'te çıkardığı Harâbat adlı antolojisinin önsözünde ise halk edebiyatını küçümsediği Divan edebiyatını övdüğü görüldü. Bu ikilem onun "alışkanlıklardan ve duygulardan doğma muhafazakâr yönü" olarak nitelendirildi.

Şiirlerinde, Tanzimat'la birlikte gelen halk, adalet, özgürlük, uygarlık gibi kavramları savunmuştu. Toplumdaki bozukluklar üzerinde durarak "yeni insan"ı var edebilecek yeni bir düzenin nasıl oluşması gerektiğini işledi.

Ziya Paşa’nın Terkib-i Bent tarzında yazdığı beyitlerini okuyunca, “zaman geçmiş ama, galiba hiçbir şey değişmemiş” deyiveriyoruz. Günümüz için söylenmiş gibiler. Çok sık kullanılan bazı alıntıları parantez içine aldığım açıklamalarıyla sunmak istedim:

Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez

Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan

(Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez.)

Âsûde olam dersen eğer gelme cihâna

Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan

(Açıklaması: Eğer mutlu ve rahat olmak istersen bu dünyaya hiç gelme; çünkü şu hayat meydanına bir defa düşen kaza taşlarından -ızdırap verici dertlerden- kurtulamaz.)

Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde

İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde

(Açıklaması: Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar o kaçınılmaz son yolculuğa çıkarken zaten bunların hepsini geride bırakır.)

Sevgili dostlarım, çok sevdiğim birkaç beyti daha eklesem, okuuya bilme tahammülünüzün çok üstüne çıkacağım. Onları da bir başka yazımda sunayım.