Yirmi üç yıldan beri Vakıflar Haftası mayıs ayının ikinci haftasında kutlanıyor. Daha önceki yıllarda 3-9 Aralık günlerinde kutlanırdı.

Vakıflar haftası ve vakıflardan söz edeceğim. İşe tanımla başlayalım: “Gerçek ya da tüzel kişilerin, belirli bir mülk ve hakla belirli ve sürekli bir amaca tahsis edilmesi ile oluşan kuruluşlara vakıf deniliyor. Bir başka anlatımla, geleneksel olarak, bir hizmetin gelecekte de yapılması için belli şartlarla ve resmi bir yolla ayrılarak bir kimse tarafından bırakılan mülk veya paraya "vakfiye" denilmekte.

Sokak röportajı yapacak olsam ve mikrofonu uzattığım kişilere “vakıf kelimesi size ne anlatıyor?” diye sorsam, toplumu derin yaralayan bazı kötü örnekler dışında genellikle şu yanıtları alabilirim:

“Yolcuyu dinlendiren, açı doyuran, yetimi barındıran, yoksulu güldüren…”

“Öğreten okul, hastayı tedavi eden hastane”

İyiye, güzele ulaştıran bir yol,”

İnsanın insana, hatta tüm canlılara sunabileceği hizmet. Sosyal yardım kuruluşu.”

“Diriye sevgi, ölüye rahmet aracı.”

“Kültür, sanat, geçmişe saygı, geleceğe garanti.”

Daha pek çok düşünceleri dinleyebiliriz.

“Ömrün yerine ömrümü sarf etsem / Vadesi çabucak dolmasın diye. / Gözlerimi gözlerine vakfetsem / Kem gözlere muhtaç olmasın diye” dizelerini sıradan, pek şiiriyeti olmayan bir dörtlük sayılabilir. Ama temasının özelliği var.  Sevgilinin kem gözlere muhtaç olmaması için, kendi gözlerini vakfetmek. Hayal de olsa,  işte bir vakfa vücut veren temel anlayış bu.

Mayıs ayında kutlanıyor Vakıflar Haftası. Giderek heyecanını yitirdi. Sessiz, gösterişsiz. “Değerini bilmediğimiz milli değerimiz” benzetmesini doğrularcasına.

Vakıflar Haftası’nın amacı, vakıflara övgüler düzmek "..vakıf eserleri milletimizin mührüdür..” diye gurur okşayıcı nutukları atmak, vakıfların yardım kuruluşları olduğunu söyleyerek hayır yapanları abartılarla yüceltmek olmasa gerekir. Asıl amaç,  vakıflar kuran bir ulusun devletinin ya da fertlerinin yüce felsefesini hatırlamak olmalı.

Kim ne derse desin, insanımız, yeniliklere ayak uydurmasını bilmiştir. Maddi ve manevî çevresini güzelleştirmek, geliştirmek için çaba içerisinde olmuştur. Bu çabaların doğurduğu en köklü kuruluş, vakıflardır. Osmanlı’nın yükselme döneminde, öylesi gelişmiş ki, kurulan vakıfların, değişik birimlerinde şehzadeler, saray ileri gelenleri, güzel sanatların her türü ile mimari alanda pek çok değerler yetiştirilmiştir. Vakıfların işlevinin bunlarla sınırlı olmadığı, yardımlaşma, dayanışma ve toplumsal kurumlar arasındaki bağları geliştirdiği de bir gerçektir.

Vakıflarla toplumumuz birçok sosyal kuruluşa kavuştuğu gibi, yine vakıflarla, yardıma muhtaç bir çok insanımız, kimseye ihtiyaç duymadan hayatlarını sürdürebilmekteler.

Bir kutsal ayı geride bırakıp, birlik, beraberlik, kardeşlik, sevgi ve saygı duyguları içerisinde bayrama ulaşmak üzereyiz. Bu aydan almamız gereken pay; Peygamber Efendimizin sözlerindedir:

"Kendisi için istediğini kardeşleri için de istemeyen, gerçekte iman etmiş sayılmaz."  

"Kim bir kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü o kimsenin sıkıntısını giderir."

 "Kul, kardeşinin yardımına devam ettiği sürece Allah da o kula yardım eder. "

"İnsan ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak devam eden hayırlı işler, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih bir evlât bırakanlarınki kesilmez."

Peygamberimizin, Medine'deki hurma bahçesini vakfedip, gelirini İslâm'ın korunması ve acil ihtiyaçlara tahsis ettiğini, Fedek hurmalığını da yolculara vakfettiğini biliyoruz.