Toplum olarak maalesef ayarımız bozuldu.

Hoşgörü sevgi kısmını geçtik, insanlara güvenimiz de saygımız da kalmadı.

Her şeyi kendi lehinize çevirmek, her konudan bir kavga çıkarmakta üstümüze yok.

Siyasetteki gerilim ve maalesef seviyesizlik, toplumun geneline yayıldı.

Karşılıklı olarak birbirimize, en yakın akrabalarımıza ve arkadaşlarımıza bile saygımız yok.

Çok basit gelebilir, çok insan umursamayabilir ama son günlerde gerçekten iyi niyetli insanları sıkıntıya sokan bir alışkanlık oluştu.

Nikâh günü alınıyor, saati belli… Özellikle büyük şehirlerde hafta sonları aşırı yoğunluk olduğu için 15 dakikada bir nikâh kıyılıyor.

Bir dostunuzdan, akrabanızdan davetiye geliyor, tam saatinde hatta ayıp olmasın diye yarım saat kadar önce gidiyorsunuz.

Çoğu zaman geç kalmayayım telaşıyla, aceleyle hazırlanıp çıkıyorsunuz.

Nikâh salonuna varıyorsunuz; bakıyorsunuz ki, nikâh size söylenenden yarım saat sonra…

Davetiyede nikâh saat 14.00’te yazıyor, ama gerçekten 14.30’da…

Abartıp bir saat erken yazanlar bile oluyor.

Boşu boşuna yarım saat fazla bekliyorsunuz, eğer planlı başka bir işiniz varsa geç kalıyorsunuz.

Yakın saatte başka bir yerde nikâh varsa ona yetişemiyorsunuz.

Niçin böyle bir şey yapılır diye çok merak ediyorsanız…

Şaka gibi ama geç kalan olursa nikâhı kaçırmasın diye yapılıyormuş…

Hangi akılla, bir iki kişi geç kalır da nikâhı kaçırmasın diye, yüzlerce kişi en az yarım saat fazladan bekletiliyor. Aman beklesinler ne olacak kafasındayız, çünkü saygımız yok.

Geç kalan zaten en azından nikâhın sonuna yetişir, çoğu da geç kaldım diye zaten gelmiyor.

Zamanında gelen insanların ne suçu var.

Hep söylenir ya dürüst insanlar bedel ödüyor, kötüler hep kârlı çıkıyor diye…

Verilen sözde durmak, programa zamanında yetişmek için gayret göstermek yerine işi savsaklayanları adeta ödüllendiriyoruz.

Sözünde duranlar beklesin ama umursamayanlar geç kalanların hakkı yanmasın!

Dediğim gibi çok basit bir konu; tabii ki nikâhta yarım saat fazla beklemekle kimse perişan olmaz.

Ancak toplum olarak insanları bekletmeyi, umursamazlığı, başkalarının zamanını çalmayı alışkanlık haline getirdik.

Bir söz vardır, çakılları hor görme, dağlar çakıllardan yaratıldı diye…

En basit kuralları yok sayarak bugünlere geldik…

Sonra da oturup her şeyden ve herkesten şikâyet ediyoruz.

Basit kurallara uysak toplum olarak çok daha huzurla yaşayacağız.

*****

Antika sandalye

Genç adam, antika merakı sebebiyle ülkenin en ücra köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği antika malları yok pahasına satın alarak kazanç elde ediyordu. Kış kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi.

Yine bir kış günü yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etti, yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar tarafından bulundu. Yaşlı adam, antikacıyı yürümesine yardım ederek kulübesine götürdü. Yaşlı adam:

- Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım. Meğer seni bulmak için iyileşmişim!

Karlarla boğuşarak kulübeye geldiklerinde, antikacının soğuktan donuklaşan gözleri fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin etrafını saran 3-4 sandalye, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalardı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı. Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırladı ve ekledi:

- Bugün soba yakamadım evladım ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.

Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp edip o sandalyeleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Mesela, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı sandalyeleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı?

Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken arada dalıp gidiyor ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu.

Bu arada yaşlı adamın sabah kalktığını fark etti, hayal meyal bile olsa odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde yemek pişirdiğini gördü ve etrafına bakınırken, birden sandalyeleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı.

Ancak antikalardan hiçbiri ortada yoktu. İhtiyar kurt, herhalde planını hissetmiş, belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı. Sakin görünmeye çalışarak ihtiyara sordu:

- İliğim kemiğim ısındı, çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki sandalyeleri göremiyorum.

Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı sandalye parçalarından birini daha sobaya atarken cevap verdi:

- Sandalye dediğin, dünya malı be evladım. Biz hiç misafirimizi üşütür müyüz?

*****             

TEBESSÜM

İki yıl

Temel radyo çaldığı için yakalanır ve mahkemeye çıkarılır.

Yargılama bitince hakîm, Temel’in cezasını açıklar:

- İki yıl hapis cezası verdim.

Temel, “Ben 2 yıl ceza alacağımı biliyordum” deyine meraklanan hakîm sorar:

- Nereden biliyorsun?

- Radyonun üstünde ‘iki yıl garantilidir’ diye yazıyordu.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Duvarda bir gedik açmaya bir taşın eskimesi yeter.

Arif Nihat Asya