Deliye göre her gün bayram derler. Hiçbir şeyle ilgilenmeyen, hiçbir şeyi kendine dert edinmeyen, istediği yerde dolaşıp dilediği işi yapan delinin bütün günleri bayram coşkusu içinde geçer.
Hemen her gün bir şeyin günü, her nafta bir şeyin haftası… Biliyor musunuz, Dün yazdım: Guya “İnsan Hakları Günü”ymüş.
Camiin önünde çamurdan heykelcikler yaparak, kurusunlar diye duvarın önüne dizen Bektaşi’ye İmam sormuş:
“Ne yapıyorsun?”
“İnsan.”
“Bre zındık. Haşa, onlara can verebilecek misin?”
“Ruh vermek, Allah’a mahsus!”
“O halde ne halt ediyorsun. Mendebur adam?”
Bektaşi omuzunu kaldırmış. Acı bir gülümsemeyle imamın yüzüne bakmış:
“Ne olacak işte! Yap yap sal. Rızkını vermedikten sonra!”
Özüne inip, yaşatıp, yaşadıktan sonra, her güne bir ad takıp sal gitsin.
Dünkü yazımda sözünü ettim. Yineleyim. 10 Aralık 1948. Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni ilan ettiği gün. 1789 Fransız İhtilâli sonrasında yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin son durağı.
Bugün dünyanın gözleri önünde bir Filistin dramı yaşanıyor. Bırakınız insan haklarını, çocukların yaşama hakları bile ayaklar altında.
Öç ve kin duygularını körüklemek istediğimi sanmayınız. Bosna’yı, Hersek’i unutmadık. Irak, Suriye, Filistin, Lübnan, Kafkaslar ve Afrika…
““Dizeler dile dökemez
Oğulları öldürülmüş anaların yasını
Cellat çizmeleri altında şafak gül gibi sökmez
Ay paklamaz zulümden gecenin karasını
Irzına geçilen çocukların
Yakılmış cesetlerin yüzüne akşam düş gibi çökmez
Hangi söz anlatabilir
Kolları kopmuş askerin yürek yarasını..
.............
Akşamların coşkuyla karşılandığı evleri yaktılar
Evlerin ne suçu vardı
Kahvaltı masalarınıDuvardaki resimleri
Oyuncak bebekleri yaktılar
Oyuncak bebeklerin ne suçu vardı
Anaları çocuklarına hasret
Gençkızları düşlerinde yaktılar
.........
Bitmiş bir soykırımı ey şair
İsyana kesmedikçe kederin
Kalemin yüreğine saplanıp
Ateşle yazılmadıkça dizelerin daha çok
Vampirler sokaklarda uluyacak
Başka bosnalar kanayacak
İnsanlık zulüm soluyacak
Çocuklar soracak ey insanlık
Çocuklar sizden soracak
..........” (Adnan Durmaz)
Sormadan edemiyorum. Hangi insan hakları Allah aşkına?
Avrupa Fransız İhtilali’nden sonra, İhsan Haklarını telaffuz etmeye başlamış. Oysa tarihimizde Hoca Ahmet Yesevi’nin, Mevlâna’nın, Yunus’un, Hacı Bektaş’ın ve daha onlarcasının aydınlığında insan hakları var olmuş ve uzun sözü bir yana bırakıp “sevgi ve hoşgörüde” özdeşleşmiş.
Türklerde hoşgörü yaygınlaşırken, diğer uluslar bunu iblisin işgali saymışlar. Ubicini ise gerçeğin altını çizmekte: “Avrupalılar tarafından barbar sayılan Türkler kadar insanlığı seven bir millet bilmiyorum.” Malazgirt savaşından sonra, Anadolu’da Türkmen davranışı karşısında Bizanslılar bile “Latin külahı yerine Türk sarığının hüküm sürdüğünü görmek daha iyidir.” demişlerdi.
Türk tasavvufunun aslı hoşgörü ve insan sevgisidir. İşte Yunus: “Adımız miskindir bizim / Düşmanımız kindir bizim / Biz kimseye kin tutmayız/ Kamu alem birdir bize...”
İşte bir başka dünya görüşü: “Yine gel, yine gel, her ne olursan ol, yine gel. Kafir, mecusi, putperest olsan da yine gel. Bizim dergahımız umutsuzlar dergahı değildir.” sözleri insanlara evrensel bakmanın, anlatımı değil midir?
“Yardım ve cömertlikte akarsu gibi olmak, başkalarının kusurunu örtmede gece gibi olmak, hiddet ve asabiyette ölü gibi olmak” insanlığın en onurlu duygularıdır ki, Türklere özgüdür. Hacı Bektaş’a göre, her insan, okunması gereken bir kitaptır.
Kuşkusuz ki, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi güzel bir insanlık manzumesidir. Türkiye de bunun altına imzasını koymuştur. Bu gün sütten çıkmış ak kaşık sayılmayız ama Türkiye’ye karşı “kriterler” dikte ettirenler, kendi kapılarının önündeki pislikleri temizlemelidir.