Yapmayı çok isteyip de yapamadıklarınız içinizde uhde olarak kalır. Takıntı yaparsınız, dert edinirsiniz. Görmek istediğiniz birisi vardır, konuşmak, bir çift söz etmek istersiniz. 

Ama mümkün olmamıştır ve de mümkün olmayacaktır. Artık hayallerinize kalmıştır.  İlk gençlik yıllardan beri içimde bir uhde kalmıştır. Seksen yıl önce kaybettiğimiz Mehmet Emin Yurdakul’un Anadolu’yu anlatan ve gençlere armağan ettiği uzun şiirinin klibini  çekmek.  Bir gün olur mu? Olmaz. O enerjiyi kaybettim. Ancak şiiri her okuyuşta film şeridi gözlerimin önünden geçiyor.

Bugün şiirden bir bölüm alıp Mehmet Emin’i anlatmak istedim. Ama şiiri okuyunca, yaralarım depreşti. Yarısını kaldırıp atmaya kıyamadım. 

”Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar;

Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar;

Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar;

Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.

Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:

Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın;

Derileri çatlak, bağrı kapkara,

Sağ elinin nasırında bir yara

                                           

Başında bir eski püskü peştamal

Koltuğunda bir yamalı boş çuval...

........................

-Ne o bacı?

-        Ot yiyoruz, n'olacak!..

-        -Tarlan yok mu?

-        - Ne öküz var, ne toprak...

-        Bugüne dek ırgat gibi didindim;

-        Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim,

-        Bundan sonra...

-        - Kocan nerde?

-        - Ben dulum;

-        Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum.

-        - Soyun, sopun?

-        - Onlar dahi hep yoksul!

-        Ah Efendi, bize karşı İstanbul

-        Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?

-        Taşraların hayvanlık mı nasibi?..

.......................

Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın.

Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkiyle

Ocağının karşısında saadete eresin,

Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkiyle

Evladına südün gibi pak duygular veresin.

Sen bir aziz yoldaşsın:

Senin sesin hayat için dövüşmeğe koşturur;

Senin sevgin vatan için fedakarlık öğretir;

Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur;

Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir.

Lakin bizler bu hakları unuttuk;

Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk;

Ninen gibi sana dahi hor baktık;

Seni dahi garip, yoksul bıraktık! ..

........................

Kinler için karaları bağlıyan,

Zevkler için zelil sefil ağlıyan.

Acı gören, cefa çeken, ezilen,

Irzdan başka her şeyini veren sen!

Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin;

Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde

Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz;

'Ekmek' diye ağladığın sağır bir halk önünde

Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz.

Senin herbir ümidin

Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır,

Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar;

O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar;

Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır?

Ne vakte dek gençliğine hakaret,

Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm? ..

Bu sert demir, bu ağır yük. bu zulüm?

 

........................

Ey vatanın bağrı yanık bucağı.

Hani senin bereketli hasadın,

Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin?

Hani senin medeniyyet hayatın,

Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin?

Ey Türklüğün otağı!

Ne vakte dek bu acıklı sefalet,

Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu?

Ne vakte dek bu uğursuz cehalet.

Bu taassup, bu görenek, bu uyku?

........................

Yazık, sana ağlamıyan şiire;

Yazık, sana titremiyen vicdana,

Yazık, sana uzanmayan ellere;

Yazık, seni kurtarmıyan insana! ..

Mehmet Emin Yurdakul Sivas Valisiyken Şarkışla çevresini gezmeye gitmiş. Bir köylü kadınımızla konuşmuş. Sonra bunları yazmış.

O yörenin çocuğuyum. Yetiştiğim çevre fakirliğin alt katmanlarındaydı.  Ellerin, ayakların nasıl çatlak çatlak olduğunu bilirdim.  Zannımca şiirin anlattığı kadını benden iyi tanıyan olamazdı. Mehmet Emin Yurdakul’a sevgim bu şiirle başlamıştı.  Gün geldi bende de şair olabilmeme arzusu, düşleriyle toz pembe rüzgârların önünde sürüklenirken, Yine Mehmet Emin Yurdakul’un dizeleri duygularımın, isyanlarımın aynası oluyordu. 

Hangi isyanlar olduğunu, yarın Mehmet Emin Yurdakul hakkında bilgiler verirken yazayım.