"Komşu hakkı, Tanrı hakkı".. Bu söze Dede Korkut kitabının başlarında rastlamıştım. Geliniz önce, gelenek ve göreneklerimizin kaynaklarından birisi olan inanç dünyamıza göz atalım. Kuşkusuz her dinde insani ilişkilerle ilgili güzel öğütler var. 
İslâm dininde inananlara yükletilen görevlerden biri de komşu hakları. Kuran'ın Nisa süresinin iyilik etmeyi emreden 36. ayeti; 

"Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi eş tutmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, sağ elinizin altında bulunan köle ve cariyelerinize, işçilerinize iyi davranın, onlara iyilik ve yardım edin. Bununla da övünmeyin ve kendinizi onlardan üstün görmeyin. Unutmayın ki Allah kendini beğenmişleri, övünenleri sevmez" şeklinde. 

Anlaşılmaktadır ki, komşuya yardım etmek, Müslümanların birbirlerine karşı yerine getirmekle zorunlu oldukları temel borçlardan birisi...

Komşuya iyilik için çaba göstermek, komşunun sorunun çözümünü yardımcı olmak, dini bir görev olduğu kadar, hoş bir uğraş olsa gerekir. 

Hazreti Muhammed'in de komşulukla ilgili hadisleri, hiç unutmamamız gereken öğütleri var. Bunlardan birinde, "Her kim Allah'a ve Ahret gününe inanıyorsa, komşusuna ihsanda bulunsun, konuğuna ikram etsin" uyarısı bulunmakta. 
Peygamberimizin:  "Mümin, komşusu aç iken karın doyurmaz" anlamına gelen bir hadisini ve "Cebrail komşuluğun ve komşu haklarının öneminden o kadar söz etti ki, neredeyse komşu komşudan mirasını da alacak sandım." sözlerini, hatırlatmaktan geçmek istemiyorum.

Büyük bir çoğunluğunun Müslüman olduğu ulusumuzun gelenek ve göreneklerine, İslamiyet'in bu güzel ilkelerinin yansıması doğal... İslâm öncesi göçebe halinde ve çadırlarla yaşarken bile, komşuluk ilişkileri içinde olan atalarımız, avlarda, şölenlerle, yağmalarda komşuluk hakkını gözetir olmuş.

Komşuluk akrabalıktan sonra gelen ve kimi zaman ondan bile güçlü bağlarla insanları birbirine bağlayan bir yakınlıktır diyebiliriz. Necip Fazıl Kısakürek, çocukluğunun evini anarken, komşu yakınlığından ve komşuluğun anlamından söz etmekte:

"Bir köşende annanem, dalgın Kuran okurdu;

Ve karşısında annem, sessiz gergef dokurdu.

Semaverde huzuru besteleyen bir şarkı;

Asma saatte tık tık zamanın hazin çarkı...

Çam kokulu tahtalar, gıcır gıcır silinmiş;

Sular cömert, "temizlik imandandır" bilinmiş...

Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler.

Ölçülü uzaklıkta, yakın beraberlikler...

Seni yiyip bitiren, kırk katlı ejder oldu;

Komşuluk, mana ve ruh, ne varsa heder oldu;

Komşular birbirlerine yalnız maddi açıdan değil, manevi açıdan da gereksinim duyabilirler. Komşuluğun akrabalıktan ileri olduğuna ne güzel örnek:

"Komşu gelir çeneni bağlar,

Akraba gelir ölüne ağlar" dizeleri.

Gerçi çağımızın "doğuştan çok meşgul, elektronik kuşağı", yıllarca yanı başınızdaki dairede yaşayanları tanımadan süren apartman yaşantısı, gelenek ve göreneklerimizde var olan komşuya ilgili esirgemekteyse de, halkımızın çoğunluğu komşuluk hakkını Tanrı hakkı sayan ulusal geleneğini sürdürmekte.

Büyüklerimiz, "Aç kurt bile komşusunu dalamaz. Kapını kilitli tut, komşunu hırsız tutma! Hayır, söyle komşuna, hayır çıksın karşına," derlerdi. Bunlar komşular arasındaki ilişkilerin düsturlarıydı. 

Çok eski bir Türk atasözü şöyle: "Komşunun sakalın yoldularsa, sen dahi sakalını ülüt." Komşu komşudan iyilik bekler. İyilik yerine maddi veya manevi zarar görürse, buna üzülür. İnsan, umduğu yere küser.

Eğer, komşunu asla rahatsız etmezsen, komşudan gelen rahatsızlığa katlanıverirsen, ne kavga olurdu, ne gürültü. Bunun özü, sevgi ve hoşgörüydü.

Komşuluk geleneği hangi ilkeleri taşıyor, diye düşündüğümüzde birkaç satırbaşına ulaşıyoruz ki bunları yarın anlatacağım.