Dil, insanlığın en büyük miraslarından biri. Düşünce, duygu ve deneyimlerimizi ifade etmemizi sağlar, kültürel bağlar oluşturur ve bilgi aktarımını kolaylaştırır.

Türkçe gibi zengin ve tarihî bir dili konuşuyor olmak ise büyük bir ayrıcalık. Ancak son yıllarda, genç nesiller arasında yaşanan dil değişiklikleri, dilin değerini ve derinliğini ciddi manada tehdit ediyor. Kelimeler yok oluyor, o kelimeyle birlikte içerdiği anlam, o anlamın uyardığı nörolojik bağlantı ve o bağın güçlendirdiği zihni yetenek de kayboluyor. Dil, anlam, derinlik, algılama… Okuduğunu anlama testlerinde Dünya ortalamasının oldukça altında puanlar aldığımız PİSA test sonuçları, fen bilimleri ve matematik alanındaki başarısızlığımızın da göstergesi niteliğinde. Okuduğunu veya dinlediğini anlamayan birine nasıl eğitim verebilirsiniz? Farkındalığa değil de çözüme yönelik bir soru soracak olursak; önceliğimiz matematik, fen veya ingilizce mi olmalı?

Dilin nörolojisi

Dil öğrenimi, beynimizde yan yana bulunan iki ayrı alanda gerçekleşir. Birinci bölüm dili öğrendiğimiz ana bölümdür ve doğumdan sonraki 6-7 sene boyunca sadece bu bölüm çalışır. 7 yaşından sonra ise ikinci bölüm devreye girer. Buradaki kritik nokta ise şudur; 7 yaşından sonra ek bir dil öğrenmek isteyen bireylerin öğrenmeleri ikinci bölümde gerçekleşir ancak her öğrenmede önce ilk bölüm tetiklenir ve bilgiyi ikinci bölüme aktarır. Bu işlem bir nevi “çevirinin beyinde görüntülenmesi” işlemidir. Eğer ikinci dil yetişkinlikte birkaç yıl yoğun olarak kullanılırsa bu iki bölüm birleşir ve tek bir bölüm gibi faaliyetine devam eder. Bu durum bize çocuklukta öğrenilen dilin kalıcılığını, ikinci dili öğrenmenin zorluğunu, birinci dil ne kadar güçlüyse ikinci dilin o kadar güçlü olacağını ve ileriki yaşlarda bile öğrenilse birkaç yıl sürekli kullanılan dilin nasıl kalıcı olabildiğini nörobilimsel açıdan açıklar.

Kelimelerin azalması ve anlam kaybı

Dil kelimelerle şekillenir ve kelime zenginliği bir dilin ifade kabiliyetini belirler. Kelimeler düşünceleri, duyguları ve karmaşık kavramları iletmek için kullanılır. Ancak günümüzde sosyal medya, mesajlaşma uygulamaları ve hızlı iletişim biçimleri nedeniyle kelime sayısı oldukça sınırlandı. Kısaltmalar, emojiler ve yüzeysel iletişim, kelime zenginliğini ve anlam derinliğini erozyona uğratmaya devam ediyor. Bu durum da insanların hem anlatılanı anlamakta hem de duygularını, düşüncelerini ve deneyimlerini tam olarak ifade etmekte zorluk çekmelerine neden oluyor.

Kelimelerin gücü: "Şefkat"

Bir dilin zenginliği, o dilin içerdiği kelimelerin zenginliğiyle ölçülür. Kelimeler yaşanmış deneyimleri, kültürel değerleri ve insanlığın kolektif bilgisini taşır. Özellikle Türkçe gibi köklü bir dilin kelimeleri, derin anlamlar barındırır. Mesela; "Şefkat" kelimesi tek bir duyguyu değil, aynı zamanda içinde anlayış, merhamet ve sevgi gibi derin anlamları barındıran bir anlamlar bütününü ifade eder. Bu kelimenin kaybı, insanın bu konudaki karmaşık duyguları ifade etme yeteneğini de önemli ölçüde sınırlar. "Şefkat" kelimesini kullanmadan şefkati tanımlamayı denerseniz, ne denli zorlu bir görev olduğunu fark edersiniz. Çünkü kelimenin içeriği anlam bakımından çok zengindir ve şefkat yerine onlarca kelime kullanmak zorunda kalmanıza rağmen yine de istediğinizi tam olarak anlatamayabilirsiniz. Aynı şeyi bir de “bu teolojik perspektif bizi ferasetsiz ve makyavelist bir agnostik olarak yaftalar” cümlesi için deneyin.

Dilin derinlikleri ve kültürel bağlar

Dil sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda kültürel bir mirastır. Bir dil, o dilin konuşulduğu toplumun değerlerini, inançlarını ve tarihini yansıtır. Kelimeler de bu kültürel bağın taşıyıcılarıdır. Kelimelerin kaybı, kültürel bağların zayıflamasına yol açar ve insanları kendi geçmişlerinden koparır. Dil aynı zamanda düşünce ve fikirlerin taşıyıcısıdır ve kelime yoksunluğu, derinlemesine düşünmeyi ve karmaşık konuları ifade etmeyi zorlaştırır.

Dil dendiğinde aklımıza sadece modern çağın konuşma ve yazışma dilleri gelse de mesele bundan çok daha kapsamlı. İnsanın doğa ile ilişkisi de bir dildir, yüz ifademizle verdiğimiz duygusal mesajlar da… Bu gözle bakınca neredeyse her şeyin bir dil olduğunu keşfederiz; dans, davranış, bakış, matematik, müzik, resim… Nasıl ki doğanın diline hakim olmadan doğayı, duyguların diline hakim olmadan duyguları anlayamaz ve anlatamazsak, akademik başarıya giden yolun da önce anadilimizi hakkıyla öğrenerek anlamı sağlama almaktan geçtiğini unutmamalıyız.

Tarihi bir vazife gözüyle bakıldığında; dil bir toplumun kimliğinin, kültürünün ve bilgisinin taşıyıcısıdır. Türkçe gibi zengin bir dilin değerini korumak ve kelime zenginliğini artırmak, gelecek nesillere daha zengin bir miras bırakmamızı sağlar. Ancak yaşamımıza katkı bağlamında değerlendirdiğimizde karşımıza bambaşka, kısa vadeli ve uygulayıcısına büyük katkılar sağlayan bir fayda ile karşılaşırız. Dilimizi hakkıyla kullandığımızda daha kolay anlar, anlatır, anlam bağı kurar ve sonuca ulaşırız. Matematiği, müziği, diğer dilleri, insanları ve insanlığa dair her şeyi daha iyi anlarız.

Bu bakışla bir daha soralım; önceliğimiz matematik, fen veya ingilizce mi olmalı?