Kırk sekiz yıl önce bir Pazar günüydü. O zaman çalıştığım Hergün gazetesi merkezinde nöbetçiydim. Taksim meydanındaki 1 Mayıs törenlerinde olmayı arzulamıştım ama, gitmem mümkün değildi.
Elbette o zamanlar anında naklen yayınlar, cep telefonları, görüntülü videolar geçmek, izlemek imkanları yoktu. Öğleden sonra, ajanslardan haberler düşmeye, radyodan duyulmaya başladı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşması sırasında AKM ve diğer binaların çatısından meydana ateş açılması sonucu en az 34 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi yaralanmıştı.
Uzun süre nereden ve kimler tarafından ateş edildiği tartışıldı durdu. Gerçekten MİT’in bir ilgisi var mıydı? Her kafadan bir ses yükseliyor, türlü türlü tahminler, yorumlar yapılıyor, krokiler çiziliyordu.
Velhasıl işçi hareketi, hak mücadelesi için Taksim alanının kullanılması konusunda 1 Mayıs 1977 bir dönüm noktası olmuştu. Meydan’a “kanlı” sıfatı eklenmişti. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından 1 Mayıs, bayram olmaktan çıkarıldı ve kutlanması yasaklandı. Ta ki, 1 Mayıs, 2009’a kadar. Bugünden sonra "Emek ve Dayanışma Günü" adıyla tekrar resmî tatil ilan edildi ve kutlanmaya başlandı.
2009’da sonra Taksim Meydanı’na izin verilmemesinin tartışmaları, 1 Mayıs İşçi harekatının asıl anlamını bastırdı. Geçen yıl, İstanbul'da Saraçhane'de toplanan ve Taksim'e yürümek isteyen gruplar polis barikatı ile engellenmişti. 1 Mayıs kutlamalarından sonra toplam 74 kişi tutuklanmıştı.
Ayrıntıları sosyal ve toplum tarihi uzmanları benden iyi bilir. Kendi kulvarıma çekilirsem size şiir ve anlamlı sözlerden örnekler verebilirim.
“İstanbul’dan bir işçinin iş kazalarında yaşamını kaybeden arkadaşlarının anısına yazdığı dizelerden alıntı yapayayım:
“Onlar,
Toprakların, suların ve cevherlerin,
Okyanuslar aşan gemilerin,
Ve kan revan tersanelerin,
Fabrikaların, işliklerin
Ve toplu mezar madenlerinin sahipleri.
Onlar,
İktidar müptelaları
Işıltılı dünyaların müdavimleri
Holdinglerin CEO’ları
Hükümetlerin bakanları,
Modern çağın firavunları.
Onlar,
Cesetlerimize üşüşen çakallar,
Göğü delen saraylara kurulmuşlar.
Yerküreye tepeden bakar,
İlahi takdir buyururlar.
Onlar,
Kara elmas için bizleri
Ölüm çukurlarına sokarlar
30 canımızı bizden alır
32 dişleriyle sırıtırlar
Onlar,
Yalan söylerken sıkılmazlar! Utanmazlar!
“Önlemler alınmıştır” lakin
“Ölüm madencinin kaderidir” buyururlar.
Pişkindirler! Yüzsüzdürler! Namussuzdurlar!
Cesetlerimizin ardından “vah vah” duası okurlar!
Sermayeleri, kârları, rantları
Kahrolası iktidarları…
İnsaftan gayrı
Her şey onların…
Bugün için birkaç deyim ve atasözü yazmayı yeterli bulalım:
“Alın Teri Dökmek, Emeği Geçmek, Arı kovanı gibi çalışmak, Irgat gibi çalışmak. Zahmetsiz rahmet olmaz. Ekmek için emek vermek gerekir. Emeksiz Yemek olmaz. İşleyen Demir Işıldar''
Emeğin karşılığını hakça olmak çok önemli. Öte yandan emek, insanı mutlu ve huzurlu yapar. Çalışmanın insanın iç huzurunu ve mutluluğunu artırdığını, hayattan daha fazla keyif almasını sağladığını söyleyebiliriz.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdığı gibi, hiçbir şey kendi alın teri kadar bir insanı tatmin edemez. Çalışan insan, kendi varlığında hüküm süren bir ahengi bütün kâinata nakleder. Hayatın biricik nizamı bu ahengin kendisi olmalıdır.
Her alanında emek işçilerinin alın teri el emeği, göz nuru, toplumun değişmesinde, teknolojinin gelişmesinde, demokrasinin yeşermesinde, ekonomik kalkınmada can suyu olmuştur.