Yeni yıl geliyor. Sosyal varlık insan, sosyal çevresiyle birlikte ilerler. Mutlu gününde, acı gününde etrafında insanlar arar. Düğün, insan ile olur, cenaze insan ile kalkar. “İyi günde, kötü günde” sözüyle başlayan bir cümle duyduğunuzda aklınıza ilk olarak yeni evlenen bir çift gelebilir.

Yalnızca evlilikte değil, yaşamımızın tümünde bu birlik ve beraberliğe çok ihtiyacımız vardır. Düğünümüz olur, sevdiklerimizi, eşimizi dostumuzu yanımızda isteriz. “Tatlı telaşımız var” denir. Telaşı tatlı yapan, çevrenizdeki insanlarınızdır. Elbirliğiyle baklavalar açılır, sarmalar sarılır, etli pilavlar yapılır, kalabalıkla olur hepsi. Halaya katılabilmeniz için, halay çeken birileri olmalıdır.

Ölüm olur, yine öyle, elinizi tutan, sizinle birlikte gözyaşı döken insanlarınız sayesinde bir parça dayanma gücü bulursunuz.  İyi günde, kötü günde, yan yana omuz omuza, bir arada olmak gerekir. Bizim halkımız bir afet ve acı söz konusuysa çok çabuk harekete geçebiliyor. Acı neredeyse, kuşun kanadıyla oraya yetişmeye çalışıyor. Herkes gücü ve imkanı ölçüsünde seferber oluyor. Maddi olanağı olmayan, kendini ortaya koyuyor. Bir genç tanıyordum. 23 Eylül’de vefat etti. 1996 doğumluydu. 2,5 yaşında bir oğlu vardı ve eşi ikinci bebeğine hamileydi. Motosikletle kuryelik yapıyordu, kirada oturuyordu. 6 Şubat depreminden sonra annesini aramış, “insana da çok ihtiyaç varmış, ben gidiyorum anne” demiş ve deprem bölgesine kuşun kanadıyla yardıma gitmiş…

Şimdi ne alâkaysa MFÖ’nün “Olduramadım” şarkısını anımsadım;

“Ama kopuktu, kopuktu zincir

 Olduramadım

Ne yaptım, ne ettimse

Olduramadım.”

Yeni yıl geliyor, hiç müsait değilken, kapı zilini aniden çalan misafirin gelmesi gibi geliyor.” Bu da kim bu saatte acaba?” diyerek, istemeye istemeye yürürsünüz ya kapıya doğru, işte öyle geliyor yeni yıl çünkü 2023’ü olduramadık.

Bu yazıyı lodos fırtınası eşliğinde, rüzgarın uğultusunu, yağmurun pencerelere vuran sesini dinleyerek yazıyorum. Çocukluğumdan beri rüzgarın uğultusu, çok tarif edemediğim, garip bir his uyandırır bende.

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar; “hocam sen ilim irfan sahibisin, elbet bazı buluşların vardır. Bunlardan birini söyler misin? “Elbette… Mesela kar helvasını ben icat ettim” demiş hoca. “Aman hocam, kardan helva mı olur” demişler. “Bir tasın içine kar koyun, üstüne de pekmez dökün, işte size kar helvası” demiş. Köylüler hocanın dediğini yapmışlar ama kar helvasından pek hoşlanmamışlar. Hocanın kapısını çalmışlar; “hocam biz, bu kar helvasını beğenmedik, pekmezimiz de boşa gitti” demişler. Hoca; “haklısınız, ben de beğenmedim” demiş. 2023, Nasrettin Hoca’nın kar helvası gibiydi, beğenemedik üstelik de çok pekmezimiz ziyan oldu.

Kasım ayının sonuna geldik, 2024 için kaldı geriye bir ay. Şimdi 2023’ü 11 ay önce giydiğimiz iyice eskiyen, epriyen bir elbiseye benzetiyorum. Sökükler, yırtıklar, kocaman delikler oluştu elbisede, lime lime desek yeridir. Deliklerin bazıları yamayla kapatılmaya çalışıldı, bazılarına yama da yapılamadı. En çok da 6 Şubat’tan sonra, irili ufaklı, farklı renk ve desenlerde bir sürü yama gördük. Kaybolan, artık orada olmayan, bütünden kopan parçanın yerini, yamayla kapatmaya çalıştık. Yama, kimliği gereği, asla bütünün parçası olamaz. Yokluğu, boşluğu, deliği örtüyormuş gibi görünür ama kendisini görenin yüzüne hep aksini vurur, insafsızca sırıtır, parçanın kopuşunu, yokluğunu, büyük deliği hatırlatır durur. Bir fotoğraf var ki en çok da o fotoğrafı anımsarım. Bir baba, enkaz altından çıkaramadığı kızının, cansız elini tutmuştur, soğuktan değil de acıdan donmuş bir heykel gibi öylece kalakalmıştır. Bu kederi kapatabilecek bir yama var mıdır mesela? 2024’ün yeni elbisesine kavuşamadan gidenler, üstlerindeki eskiyi, ayıyla günüyle, başuçlarındaki beyaz taşlara asıp gittiler.

Yama, hüzün olur, keder olur, bazen de utanç olur, görünsün istemezsiniz. Bu da bir yana, yama da yetmedi zaten her yere, iplik de yetmedi, iğne de bulunamadı.  “Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz” atasözünde olduğu gibi. Gidenler, geri gelmez elbette ama yine de en güçlü teselli, dayanışmadan, el birliğiyle omuz omuza vererek, insandan insana gelmiştir, insanlığımız ölçüsünde.

Hayat devam ettiği müddetçe, yaralar hep olacak. Birbirimizin yarasına merhem olabildiğimiz ölçüde, yeniden tutunuruz hayata. Kentler yeniden kurulur, yanan ormanların yerinde, ağaçlar yeniden yeşerir. Hayat bir yolunu mutlaka bulur, yeter ki, iyi günde, kötü günde birbirimizin elini bırakmayalım.

2024’ün elbisesini yırtıksız, söküksüz, yamasız kullanabilmek umuduyla..