Öğretmenlerimiz bu gül dikenli yolda, gün geldi ümit oldu, gün geldi karanlıklarda parlayan ışık oldu. Gün geldi, kuşkulu bakışlar, ağır baskılarla, karşılaştı. Eşinden yavrusunda ayrı tutuldu. Teröre kurban verildi. Yine de geleceğimizi aydınlatma bilincini kaybetmedi. 19 Mayıs’ta başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın tutuşturduğu ateşi söndürmedi.

Mehmet Tamer, öğretmenlerimizi “can suyu” na benzetmiş ve şu dizelerini bizimle paylaşmış:

“Geldim şu dünyaya bir beyaz sayfa / Hece hece doluşumda sen varsın /  İlmek ilmek büküp dokudun beni / İnce ince nakışımda sen varsın // Bir çekirdek idim bağrına diktin / Can suyum olup damla damla aktın / Benim için nice zahmetler çektin / Yaprak yaprak açışımda sen varsın // ….// Öğretmenim sen başımda tacımsın / Uygarlık binamda köşe taşımsın / Allahtan sonraki yaratanımsın / Gürül gürül akışımda sen varsın.”

Şu anekdotu lütfen dikkatle dinleyiniz:

Reşit Galip’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde Atatürk’ün direktifiyle, köylüyü okutma davasını ele alan bir köy komisyonu kuruluyor. Komisyon bir problemin çözümünü bulamıyor. Bütün köylerde bir okul açmak kolay. Ama bu kadar okula öğretmen nereden bulunacaktır? Çavuşlardan, askeri görevi görür gibi köy öğretmenliğiyle mükellef bin kadro yetiştirmek için kurslar açılması fikri ağırlık kazanıyor. Sorun Reşit Galip tarafından bir raporla Atatürk’e arz ediliyor. Reşit Galip’in raporuna Atatürk şunları yazıyor:

“Köy öğretmenliği, üniversite profesörlüğünden daha güç ve mühim bir iştir. Bu kadar ciddi bir mevzuyu böyle hafif tedbirlerle halletmeye çalışmak yanlıştır.”

Bu anekdotun verdiği dersi çalışaduralım.

“Aynı yolda aynı emek,

Gönüllerde tek bir dilek,

Türk köyünü önde görmek

Türk köyünü önde görmek.

Engelleri aşıyoruz,

Ülkümüze koşuyoruz..”

 Gönüllerinde Atatürk, çağdaşlık ve lâik Türkiye aşkı fışkıran Köy Enstitülerinin açılışını da böylece hatırlayalım.

Ve sözü bağlıyorum:

Onlar üç kişiydi. Üçünü de yakından tanıdım. Birer yıl arayla da olsa aynı yıllarda doğmuşlardı, Aynı yollardan yayan yapıldak öğretmen olmak için yollara düşmüşlerdi. Ve Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk öğretmenleri alarak Anadolu’ya aydınlık götürenler arasında yer almışlardı. Biri 1904 yılında Amasya’da doğmuştu. Bileceksiniz Haşim Nezihi Okay. 9 Mayıs 1998 günü toprağa verdik. Diğeri 1902 yılında İnebolu’da doğmuştu. Vatan şairi Orhan Şaik Gökyay. 2 Aralık 1994 günü öldü. Diğeri 1903 yılında Çankırı’da doğmuştu. Zeki Ömer Defne. O da 2 Aralık 1992 günü aramızdan ayrıldı. Ama bıraktıkları eserleri ile yaşıyorlar.

Son şiir Zeki Ömer Defne’nin:

“Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir;

Zil çalacak, ziller çalacak benim için,

Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden;

Tâ içimden birisi gidecek uça ese...

Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.

 

Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir

Zil çalacak, ziller çalacak benim için,

Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün;

Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan....

Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

 

Sonra bir gün bir zil çalacak yine

Hiç kimseler kimsecikler duymayacak...

Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...

Tâ içimden birisi kalacak oralarda

Ben gideceğim.

Zeki Ömer Defne hocamızın ruhu şad olsun.

Cumhuriyetin ilk günlerinde olduğu gibi bugün de Atatürk’ün aydın öğretmenleri; yaşlısıyla, genciyle, kadınıyla, erkeğiyle, çalışanıyla, emeklisiyle şu ortak noktada birleşiyorlar:

Kendisi ve toplumla barışık, akılcı emek öncelikli, verimli ve büyüyen bir Türkiye..

Kadını erkeği eşit, gençliği özgür, ırkçılığa, bölgeciliğe hayır diyen, demokratik hukuk kurallarıyla çağdaşlaşan, laik anlayışın bayraklaştığı bir Türkiye.

Okuyan, düşünen, bilimsel gerçeklerden ödün vermeyen, içten ve dıştan gelecek ülke çıkarlarına aykırı her türlü baskı ve hareketlerden uzak bir Türkiye.

Ve özetin özeti, Atatürkçü düşünce demek, Öğretmen demektir. Onların her günü kutlu olsun.