Bazı sazlar vardır ki, sesini ilk duyduğunuz anda, siz o an bulunduğunuz mekan ve zamanda olsanız da siz, siz olmaktan çıkar, o mekandan çok daha farklı zaman ve mekanlar ile bazan da iç aleminizde o ses ile seyre dalar ve adeta yitirdiğiniz değerlerinizi, tarihinizi, kültürünüzü ve sizi, o sazın melodilerinde bulursunuz, kendinizi. İşte aslında sanat da, kültür de, şiir de, musıki de böyle büyük ve manidar bir güce, tesire sahiptir. Ud gibi, ney gibi, tambur gibi ülkemizde henüz pek bilinmese de, ancak geçmiş zamanlarımızda bu topraklarda icra edilmiş olan ve dünyada farklı bölgelerde, farklı adlar ile de anılan bir saz var ki; O saz bu gün çok genç yaşında olmasına rağmen gönlü ile gözü ile kabiliyeti, azmi, sabrı, çilesi ve duası ile sese geldi, dile geldi, albümler olarak konserler olarak, sokak müzisyenlerinin, elinden çıkıp daha geniş kitlelere ruh ve güzellik veremeye başladı yeniden. Şanlıurfa'lı bir genç müzisyen Sedat Anar, maneviyat ve kültür ile yoğrulmuş Anadolumuzun bir güzel insanı eli ile santur, bugün artık, hak ettiği yeri almaya başlıyor. Anar ile bu hafta, santur sazı ve onun şairliğini, santur ile başladığı bestekarlığını ve tasavvufi eserleri neden bestelerinde tercih ettiğini konuştuk.

Santur ülkemizde çok bilinen biz saz olmamasına rağmen, dinleyenlerin çok etkilendiği bu saz ile siz nasıl tanıştınız?
İlk sesini duyduğum andan itibaren, artık hayatımın vazgeçilmezi, en yakın arkadaşım olan santur, benim arkadaşım, dostum ve sırdaşımdır. Mutlu günlerimde de, hüzünlü anlarımda da, en yakın dosttur bana! Aslında müzik ile olan ilgim santurdan daha eski yıllara yani çocukluk yıllarıma uzanıyor. Şanlı Urfa'da Halfeti'de çocukluk yıllarımda öğretmenlerim bana saz ve gitar çalmayı öğretmişler ve müziğe olan kabiliyetimi farkederek, teşvik etmişlerdi. Ailemde de büyüklerim mahalli müzik ve tasavvufi kültürün hayatı içinde olan kişilerdi. Bu atmosferde büyüdüm. Daha sonraki yıllarda da ilk defa santur ile tanıştığım zaman, sesi beni çok etkiledi. Hani derler ya, iç alemine hitap etti ve beni kendisine bağladı. Santur, hüznün sesidir ama bu öyle bir hüzün sesidir ki, insanı karamsarlığa iten değil, insanı iç alemine yolculuğa çıkaran, kendi kendisi ile buluşturan bir ses.
Santur sazı hakkında bilgi verir misiniz?
Santur aslında bizim gönül ve musıki coğrafyamızda da çok sevilerek icra edilmiş bir sazdır. Santur Hindistan kökenli bir sazdır. Kuzey Mezopotamya coğrafyasında ağırlıklı olarak kullanıldığı gibi, Osmanlı devrinde de, 17. y.y. sonuna kadar, saray ve kültür muhitlerinde icra edildiğini biliyoruz. Santur, Evliya Çelebi seyahatnamesinden öğrendiğimize göre, bugün Trakya Üniversitesi'ne bağlı olan, Sağlık Müzesi olarak kullanılan Edirne'deki Beyazıt Darüşşifahanesinde, hastalıkların tedavisinde de kullanılmış. Tarihte de bu gün de santur, başka adlar ile de olsa, sevilerek çalınan ve dinlenilen bir saz. Santur da biz çok farklı sazlarda olduğu gibi, yaşadığı coğrafyanın ve kültür atmosferinin şartlarına, müzik algı ve tekniğine göre kullanılıyor. Türkiye'de ve İran'da santur, Japonya'da koto, Hindistan'da santoor, Amerika'da dulcimer, Macaristan'da cimbalom ve İrlanda'da tiompan adları ile bilinmektedir.
Santur ve benzeri sazlarımız, neden bugün müzik dünyamızın içerisinde değildir?

Aslında bu sadece santur sazı için geçerli değil. Ne yazık ki; Bu coğrafyanın, bu kültürün o kadar kıymetli değerleri, kültür ve sanat hazineleri var ki, biz hangi birisinin kıymetini gerçekten hakkı ile biliyoruz ki? Evet Sedat Anar, santuru öğrendi, tarih okudu, ülkemizde ilk santur albümünü yaptı. Çok şükür. Ama bir sorsunlar bakalım! Ne zorluklarla, ne mücadeleler ile. Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı'nın bizim bu halimizi ifade eden bir şiirinden bir beyit, paylaşmak istiyorum sizler ile:
"Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden.
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden'
Ne yazık değil mi? Acaba, Yahya Kemal Bey bu gün yaşamış ve musıkimizin, kültürümüzün, sanatımızın bu gününü görse idi, ne yazar, ne söylerdi? Açıkçası bilemiyorum ki. Bu kültür ve sanata bakıştaki duyarsızlık, vurdumduymazlık, sadece bu gün değil ki, yıllardır, böyle gelmiş ama böyle devam etmemeli. Popüler ne ise ne eğlence, ne maddi kazanç getiriyor ise ona yoğunlaşılıp, o halimize adeta dayatılır duruma getirilmişiz. Elbette her zaman olduğu gibi, musıkiye, kültüre, sanata, gelenek ve insani değerlerimize, şiire, edebiyata ilgi duyan insanlarımız, çevrelerimiz de var. Ama bu yeterli mi?
KÜLTÜR VE İNSANİ DEĞERLERİ İLE YAŞARSA, TOPLUM HUZURLU OLUR!
Kültürün, sanatın, edebiyatın ve müziğin kök ile bağının devam etmesi ve geleneğin, bugün yaşaması ve geleceğe taşınması için, ne yapılmalı?
Öncelikle okumak ve araştırmak gerekiyor. O kadar çok ve çeşitli kaynaklarımız var ki. Hem yazılı hem de şifahi kültür ve belgelerimiz mevcud. Bu kaynakları taramak, okumak ve bu güne yansıtmak ve yaşamak, yaşatmak gerekiyor. Eğer müzik alanında bakacak olursak, dünyada da, Türkiye'de bu tür geçmişe ait müzikal değerleri, sazlar olarak da, repertuvar olarak da, araştıran kişi v topluluklar var. Geleneksel, tarihimizi, kültürümüzü tanıtan, bizi bugüne taşıyan enstrümanlarımızı, bu günün kullanılan ve farklı kültür coğrafyalarının da icra ettiği enstrümanlar ile birlikte müzik yapmalıyız. 'Niyazi-i Mısri' albümümde bunu uygulamaya gayret ettiğim gibi, geleneksel müzik icrası sürdürülmeli ama yaşadığımız çağ da dikkate alınmalı. Burada şunu da özellikle belirtmek isterim ki; Bu ülke, bu toplum, bu devlet, sanatına, kültürüne, müziğine sahip çıkabildiği ölçüde, sevgi ve huzur yaşayabilir. Kültür seviyesi yükseldikçe, irfanı arttıkça, o toplumda şiddet yerine, kargaşa yerine sevgi ve huzur olur. Burada da tabii ki biz sanatçılara da, müzisyenlere de çok görev ve sorumluklar düşüyor. Çünkü biz bu toplumun içindeyiz, bu kültürün insanlarıyız. Bunu mutlaka dikkate almalıyız. Ama bu hassasiyetteki sanat, kültür ve müzik insanlarının, gerek tv, gerek radyo, gerek yazılı medya ve gerekse halka ulaşılabilme noktasındaki yetkili kişilerin de daha fazla duyarlı olmaları gerekir diye düşünüyorum.
MANEVİYATI VE KÜLTÜRÜ OLMADAN, BİR TOPLUM NASIL AYAKTA DURABİLİR Kİ?
Konser ve albüm çalışmalarınızda da, gördüğümüz üzere, Hoca Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Niyazi Mısri ve Mevlana hazretleri ve diğer gönül sultanları, siz ve müziğiniz için ne ifade ediyorlar?
Aslında kültür, sanat, edebiyat ve müzik bir bütün ve hepsi de insan için ve insandan yine insana arzdır. Adlarını belirtmiş olduğunuz bu büyük mutasavvuflarımızın divanlarındaki, menkıbelerindeki ve şiirlerinde, sadece maneviyat yok ki, insana ait, insanı değerli kılan, anlamlı kılan, insani değerler yine bizler için anlatılıyor. Fakat burada dikkat çeken husus şu ki; Bu eserlerde, şiirlerde zaten kendi iç uyumu ve kendi içinde mevcud olan bir ritmi var. Ve bu değerler bütünü ve o iç ritmini anlamaya, hissetmeye gayret ederek ve o hassasiyetini dikkate alarak, bestelemeye çalıştım. Bu öyle bir edebiyat ki, müzik ya da bir saz bile olmadan o şiirleri okuduğunuz zaman, müzik, bir ritm ve melodi hissederek dinliyorsunuz. Bu manada o ritme, o duyguya, o hissiyata, biz de acizane karınca kararınca, acizane biz de bir eşlik, bir katkıda bulunmuş olmaya gayret ediyoruz. Beste yapabilecek kişi için Yunus Emre hazretleri ve Niyazi Mısri hazretlerinin şiirlerini okuduğunuz zaman, anlam ve edebi olarak da bir aynılık var ki, bu da bizim beste yapmamıza imkan sağlıyor ve adeta teşvik ediyor. Çünkü o mutasvuufi büyüklerimiz, bizim gönül mayamız ve biz onları, onların eserlerini okumalı ve anlamalıyız ve hayatımızda uygulamalıyız ki, mesleğimizde, ailemizde, insani ilişkilerimizde de. Acizane bendeniz de, santurum ile konserimizde, bestelerimizi sevgili ve aziz dinleyenlerimiz ile paylaşıyoruz.
Aşk
aşk mumu yanınca pervanesiz kalır mı
açınca güller gülşen bülbülsüz kalır mı
aşk zinciriyle bağla bileklerimi
aşk ile varolmuş bu fani aşksız kalır mı
kurallarını yasaklarını at çöpe
Allah devranında ki divanesiz kalır mı
aşk incisi derinlere saklandı
dalamazsın derinlere,gerdan incisiz kalır mı
canını canan verdik de aşk ile
Hak'ka yürümekte cenazesiz kalır mı
yarin belasından şikayet etmemektir hüner
hüner bu oldukça can canan kalır mı
Sedat Anar
*
Bestekâr santurî,
Sevgili Sedat Anar'a
göğün yedinci katında
bütün yolların bittiği yerde,
altında, sidret-ül müntehanın,
telleri iki dünya arasına gerilmiş
santur çalınıyor santur, dinleyin!
kalemleri, defterleri ve bellekleri
büsbütün eriyip gitmesin diye
melekler kulaklarını
yüreklerimize dayamışlar
oradan dinliyorlar santur sesini.
dinlerken de ağlıyorlar
sessiz sessiz ve arada ah çekip
dövünerek, kaderi incitmeden,
olmaz sevdalarla tutuşup
yanmışçasına, ozanlar gibi...
onlar ağlarken, ebediyet
çözülüp varlığın diplerinden
bakın, nasıl yağıyor,
aşksız günlerimize, çorak günlerimize,
içrek çöllerimize, sicim gibi!
Cahit Koytak
SEDAT ANAR KİMDİR?
Sedat Anar, 1988/ Şanlıurfa / Halfeti doğumludur. Müzik hayatına, çocuk yaştan itibaren dedesinin anlattığı masalları ve yerel türküleri dinleyerek başladı. On yaşından itibaren 'bağlama' ve 'erbane (daf)' çalmaya başladı.2007'de Hacettepe Üniversitesi tarih bölümünü kazandı ve Ankara'ya yerleşti. Santuru ve doğu müziğini öğrenmek için belirli aralıklarla İran'a seyahatlar yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. İran'da Navid Pirmohammedi'den ve Cavid Mousapour'dan santur, Arash Ruygar'dan 'erbane (daf) ' ve Nevid Müsmir'den 'tenbur' ve 'dutar' dersleri almıştır. İran'da eğitimini aldığı enstrümanları geleneksel formatıyla öğrendikten sonra kendine has bir üslup ortaya koyarak icra etmektedir. İcra ettiği enstrümanlarda kendi üslubunu yaratmıştır.Yaptığı bestelerde geleneksel dini müzik formatından beslenerek jazz, blues,ortadoğu,mezopotamya ve Anadolu müziğini ortak bir noktada buluşturmuştur. Sedat Anar'ın üçü kalan müzik, birisi ahenk müzik etiketiyle yayınlanmış toplam dört albümü bulunmaktadır. Bu albümlerdeki tüm besteler Sedat Anar'a aittir. 2013? te Ahenk müzik etiketiyle 'Belagat' adıyla Türkiye'deki ilk solo santur albümünü çıkarmıştır. Daha sonra kalan müzik etiketi ile tasavvufa giriş kitabı olarak bilinen ve bu kitaptaki şiirlerin bestelerinden oluşan 'Amak-ı Hayal' adlı albümü; büyük mutasavvıf Yunus Emre hz.'nin günümüze kadar bestelenmemiş şiirlerinin bestelerinden oluşan 'Aşık ölmez-Yunus'un izinden' adlı albümü ve yine büyük bir mutasavvıf olan Niyazi-i Mısri hazretlerinin şiirlerinin bestelerinden oluşan 'Çağırıram Dost' adlı üç albümü çıkmıştır. Yaptığı müziğe dair, Türkiye'nin sanat ve edebiyat dünyasının önde gelen isimlerince(Doğan Hızlan, Kemal Sayar, Hilmi Yavuz, Sadık Yalsızuçanlar, Semih Kaplanoğlu, Ahmet Telli, Naim Dilmener, Murat Beşer )olumlu ve gelecek vaat eden yazılar yazılmıştır. Ayrıca birçok tiyatro oyununa, belgesel ve kısa filme müzikler yapmıştır.. Bazı albümlerde ise besteriyle ve aranjmanıyla yer almıştır. Türkiye'de ve Almanya, İran, Rusya, Makedonya, Kosova, Avusturya, Tataristan, Azerbaycan, Yunanistan, Karadağ gibi ülkelerde yüzü aşkın konser vermiştir. İki yıl boyunca TRT'de ve Ankara Devlet Tiyatrosunda sözleşmeli ve misafir sanatçı olarak çalışmıştır. Halen İstanbul'da yaşamaya devam eden Sedat Anar, Ortadoğu müziğini yakından tanımak için zaman zaman Ortadoğu ülkelerine gidiş gelişler yapmaktadır. Niyazi-i Mısri, Yunus Emre, Fuzuli, Mevlana, Ahmet Yesevi, Ferüdüddün Attar, Şeyh Galib, Osman Kemali Baba, Muhammed Nasuhi, Filibeli Ahmet Hilmi Efendi, Ümmi Sinan, İbni Arabi hazretleri gibi büyük mutasavvufların şiirlerini ve hikayalerini müzikalleştirme çalışmaları devam etmektedir.