Pir Sultan ve süreklerine “Acıyı bal eylemek” yakışıyor. Bugün size 20. Yüzyıl içinde “acıyı bal eyleyen” şairimizden söz edeceğim.
Karşı karşıya gelmedik. İlk kez 1966 yılında askeri öğrencilikten atılınca köyen bir hayli uzakta olan Karaözü İstasyonunda pancar tesellüm (teslim alma) memuru olarak çalıştığım günlerde “Kızılırmak” kitabıyla tanışmış, Kızılırmak olup hayallerimin peşinde akıp gitmiş, dünya görüşümün önündeki alacakaranlıklar netleşmeye başlamıştı.
Önce bir şiirini ile açış yapayım:
«pir sultan ölür dirilir»
bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana
sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne
kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni
kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
Evet yanı başımızda yeni bir savaş, yine gözü yaşlı çocuklar, güzel yurdumda ucuz ekmek kuyrukları, unun buğdayını ithal etmek zorunda kaldığımız gibi kör şeytanın sürüklemelerine kapıyı kapayıp konuya geleyim:
Bugün hemşerilerinin dahi yeteri kadar tanımadığı toplumsal şiirin ustalarından rahmetli Hasan Hüseyin Korkmazgil’den söz etmek istiyorum. Bir şiirini dana buraya aktarayım ki, gerçekçi bir bakışla acı acı tebessüm ediniz. Sonra hayatıyla, sanatıyla ilgili başka bilgiler verir, bir şiirini daha sunarım:
DİPLOMASİ
kurt kuzuya gel gel dedi kuzu gitmedi gitti
kuzuyu kurt yedi gitti vallahi iyi etmedi
bunu gördü bir tilkicik alıverdi paçasını pilicin
bay horoz çöplükteydi öttü de öttü
bu yıkıntı yıkılırsa kimler gelip kaldıracak
sen ben yine bizim oğlan ortalığı süpürecek
çakal helva pişirecek tilki uyak düşürecek
kardeşlik eski türkü sonu gelmedi gitti
birleştiler buluştular söyleştiler sözleştiler
ne tükenmez laf ambarı masal bitmedi gitti
oğlan kıza gel gel dedi kız gitmedi gitti
"bülbül güle gül bülbüle yar olmadı gitti"
diplomasi diye birşey diye birşey diplomasi
kurt kuzuyu yedi gitti pilici sevdi tilki
kız oğlana gel gel dedi oğlan gitmedi gitti
kız uçtu başkasına bu iş de burda bitti
ingilizce 'the end' türkçesi 'bitti'
Hasan Hüseyin Korkmazgil, 4 Mart 1927 yılında Sivas'ın Gürün ilçesinde doğdu. Gülşan hanımla Nalbantoğlu Şükrü beyin oğluydu. Babası İstiklal Madalyası sahibiydi. Hem Kafkas cephesinde hem Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda görev almıştı. Bir ilkokulda hademelik yapıyordu. Yedi çocuk babasıydı.
Ailenin okuyan tek çocuğu Hasan Hüseyin oldu. Babasının hademelik yaptığı Kurultay İlkokulunu bitirdi. Daha fazla okuma imkânı yoktu. Ziraat Bankası şubesinde getir götür işlerinde çalışmaya başladı. Çalıştığı bankanın müdürü Hasan Hüseyin’le yakından ilgilendi ve parasız yatılı okul sınavlarına girmesine önayak oldu. Ayağına komşulardan bir ayakkabı buldular. Sınavın yapılacağı Sivas’a yayan gitti. Kazandı. Önce Niğde Ortaokulu’nda sonra Adana Erkek Lisesi’nde okudu. Dünya Edebiyatı Klasikleri ile tanıştı. Şiir yazmaya başladı. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirip Türkçe öğretmeni oldu. Kahramanmaraş’ın Gökşin ilçesine öğretmen olarak atandı.
Ne var ki, Nâzım Hikmet şiirlerini okuduğu için ihbar edilince, 1951’deki TKP davasına dahil edildi. Türk Ceza Kanunu'nun 142. maddesine muhalefetten tutuklandı. Üç yıla mahkûm oldu. Bütün kamu hakları elinden alındı. Elbistan ve Nevşehir cezaevlerinde yattı.
Çilesi bitmemişti. Cezaevinden çıktıktan sonra ekmek parası kazanmak için İstanbul’a gitti. Bu kez askere alındı; üniversite mezunu olmasına rağmen 27 ay er olarak askerlik yaptı. Askerliği bitince baba ocağına döndü. Kahvelerde karakalem portre ressamlığı yaparak, tabela boyayarak ve okuryazar olmayan ailelerin askerlik mektuplarını yazarak geçimini sağladı. Şiirden hiç kopmadı. Yazdığı iki oyun radyoda temsil edildi.
1960'da İstanbul'a geldi. Ardından Ankara'ya yerleşti. Akis dergisinde çalıştı. 1966'da yayınladığı Kızılırmak adlı şiir kitabı da 142. maddeye ayrılık savıyla yargılandı. Beraat etti.
İşte bir şiiri daha:
“bir oğlum olacak adı temmuz
uykusuz
korkusuz
beter mi beter
ben beynimi satarak yaşıyorum
o benden proleter
bir oğlum olacak adı temmuz
karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladı çatlayacak
bende bitmeyen kavga
onda yeniden başlayacak
bir oğlum olacak adı temmuz
öfkede benden fırtına
sevgide deniz
ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun
ne kutup şafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin
temmuz gibi sıcak ve bereketli
temmuz gibi uçsuz bucaksız
Zor bir mücadele sonunda 1964 yılında Azime Hanımla evlenmişti. Mutlu oldular. Bu evlilikten yukarıya aldığım şiirinde adı geçen Temmuz adlı oğulları dünyaya gelmişti. 26 Şubat 1984 yılında Ankara'da yaşamını yitirdi.
ESERLERİ :
Kavel (1964), Temmuz Bildirisi (1965), Kızılırmak (1966), Kızıl Kuğu (1971), Ağlasun Ayşafağı (1972), Oğlak (1972), Acıyı Bal Eyledik (1973), Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin (1974), Koçero Vatan Şairi (1976), Haziran'da Ölmek Zor (1977), Acılara Tutunmak (1981), Filizkıran Fırtınası (1981), Işıklarla Oynamayın (1982), Kandan Kına Yakılmaz (1985), Tohumlar Tuz İçinde (1988)