Balkanlar, Osmanlı'nın Avrupa'ya ilk ayak bastığı ve 5 asırdan fazla hüküm sürdüğü topraklar. Pek çok etnik ve dini unsuru içerisinde barındıran bu topraklar, Osmanlı'nın ilk toprak kaybını yaşadığı yerler aynı zamanda. Balkanlar'da çözülmenin her ne kadar Osmanlı-Rus savaşıyla başladığı savunulsa da, asıl çözülme "çete"leri ortaya çıkaran çok sayıda sosyolojik sorunla başlamıştır. 

Bulgaristan, Sırbistan, Bosna bölgesi, çete savaşları sonucu önce özerklik kazanmış, ardından bağımsız birer devlet olmuştur. Elbette bunda, Osmanlı'yı parçalamak için dört bir yandan harekete geçen ve kendi aralarında "gizli" ittifaklar kuran Avrupa devletlerinin de büyük etkisi vardır. Bizde tarih yazıcıların yerini, "efsane uydurucu" ve tarihe ideolojik çarpıtmalar getirenler aldığı için, biz bütün suçu Avrupa ülkelerine ve bölge halklarına atmakla yetiniyor, hamasetle politika üretmeye çalışıyoruz. "O zaman nerede yanlış yapıldı" diye sormadığımız için, bugünkü yanlışlarımızı da doğal olarak görmekte zorluk çekiyoruz.

* * * 

Türkiye, Ortadoğu coğrafyasında büyük sıkıntılar yaşıyor. "Dünya krallığı"nın, enerji ile içilebilir su kaynakları ve nakil hatları üzerine kurduğu stratejilerden doğal olarak biz de etkileniyoruz. İki kutuplu dünyanın, Berlin duvarıyla birlikte yıkılmasının ardından Yeni Dünya Düzeni adıyla başlatılan "yeni dönem"in ilk sonucunu Yugoslavya'nın parçalanmasıyla görmüştük. 

Orada da, tıpkı Osmanlı'nın son döneminde yaşandığı gibi "etnik ve dini kimlik" üzerine kuruldu iç savaş. Yugoslavya'nın savaş makinesine hakim olan Sırpların başlattığı soykırım, ne içte ne de dışta bağımsızlığı olmayan bir Bosna-Hersek Cumhuriyeti doğurdu. Sırp-Hırvat ve Boşnak savaşını yıllarca seyreden ABD ve Avrupa, Dayton Anlaşması'nı dayattı ve ortaya bir "ucube devlet" modeli çıktı. 

Yugoslavya topraklarını kırpıp kırpıp devletçikler kurmayı başaran dünya krallığı, aynı modeli biraz daha geliştirerek "Arap baharı" ambalajıyla Ortadoğu'ya taşıdı. "Büyük Ortadoğu" veya "Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika" gibi cafcaflı bir isim ve "Bu topraklara da demokrasi gelecek, diktatörlerin hakimiyeti bitecek" cilasıyla. Sonucun bir bölümü ortada... Devamı da, tıpkı Yugoslavya'daki gibi "küçük ve kukla devletçikler" olacak. Aksini iddia edebilen var mı?

* * *

Tekrar Balkan coğrafyasına dönelim. Çünkü, Ortadoğu'daki ateşin dumanı o kadar gözlerimizi kapattı ki, Balkanlarda yaşanan gelişmeleri pek önemsemez olduk. Balkanlar'da son dönemde ilginç olaylar yaşanıyor. Bulgaristan, Kosova, Makedonya, Arnavutluk "etnik" gözüken ama "dini kimlik" farklılığına dayanan protestolara sahne oluyor. Yer yer sokak kavgalarının yaşandığı, "ayrışma" kazanının altındaki ateşin git gide büyütüldüğü olaylar bunlar.

Bulgaristan'da yaşananlara göz atalım hemen. Bulgaristan Müslümanları Başmüftü Yardımcısı Birali Birali'nin eşi ve kızına bir saldırı oldu. Birali, saldırıyı ırkçı Bulgarların gerçekleştirdiğini söyledi. Bulgaristan'daki Müslüman camia doğal olarak tepki gösterdi buna.

Ardından, Filibe'ye (Plovdiv) bağlı Asenovgrad'da, "Bulgar-Türk çatışması" haberi düştü ekranlara ve gazete sayfalarına. Biraz araştırınca her iki olayın da altından farklı gerçekler çıktı.

Bulgaristan'da imamlar 4 ayı aşkın süredir maaş alamıyor. İmamların maaşı, Başmüftülük tarafından ödeniyor. Türkiye ve bazı Arap ülkelerinin yardımları yanında kiraya verilen vakıf mülklerinden elde edilen gelirle karşılanıyor maaşlar. Başmüftülük "para yok" diye maaş ödemeyince elbette haklı olarak "Vakıf gelirleri nerede" sorusu gündeme geliyor. Ve Birali'nin ailesine yapılan saldırının altında da maaş krizinin yattığı iddiası var.

Asenovgrad'daki olaylarda ise bir grup Roman gencin, Bulgar kürek takımından bir kıza tacize varan derecede sarkıntılık yaptığı konuşuluyor. "Sarkıntılık" ve "kıskançlık" Bulgaristan için çok abartılı gelebilir. Ama ya tacize tepki? Bu olayın ardından büyük de bir gösteri yapıldı Asenovgrad sokaklarında.

* * *

Bulgaristan'da nüfusu hızla artan Romanlar, geleceğin iktidar belirleyici gücü olacak. AB fonlarıyla gayet refah içerisinde bir yaşam sürüyorlar. Suça bulaşma oranları düşük, ancak yaşam biçimleri bildiğimiz Romanlar gibi "savruk" ve "düzensiz" olduğu için toplumla kaynaşma noktasında sıkıntılar yaşanıyor. Bir Bulgar yetkili, "Özellikle Romanya'dan göç etmiş Hıristiyan Romanlar ayrı bir sorun" diyerek özetliyor durumu. Müslüman Romanlar ise, kendilerini yıllardır "Biz Türküz" diye tanıtıyor. Jivkov döneminde bile kendilerine "Türk" diyorlar, yasak olmasına rağmen sünnet düğünü yapıp, bu düğünlerde evlerinin çatısına Türk bayrağı asıyorlardı.

Türk gençleri, hızla kimliğinden uzaklaşırken, Türkçe dahi konuşmakta güçlük çekerken Müslüman Romanlar tam aksine bu özelliklerini korumakta kararlı. Kültürünü korumayı başaran Türk gençleri ile Pomak Müslümanlar ise, maalesef Vahhabi-Selefi grupların etkisi altına giriyor hızla. Para gücü, yoksul halk üzerinde doğal bir sonuç doğuruyor.

IŞİD'le birlikte Avrupa'da başlayan Müslüman düşmanlığı, "tesadüf" gibi gözüken ancak özellikle "kaşınan" bu tür olaylar yüzünden Balkanlar'da daha hızlı filiz veriyor. Çünkü, bu coğrafya, etnik kimlik çatışmalarının en eski ve en hızlı vücut bulduğu topraklar... 

Bu konuya devam edeceğiz...