Öğretmenler günüyle ilgi yazılarımın birinde Zeki Ömer Defne’nin “Ziller Çalacak” şiirini paylaşmıştım.
Bir fotoğraf veya tablonun röprodüksiyonunu gözleriniz önüne getiriniz. Uzakta pırıl pırıl bir deniz. Geniş ve uzun bir çölü andıran kumsal, kumsalda çürümeye bırakılmış köhne bir tekne. Zeki Ömer Defne hocamın “Kıyıdaki Tekne” şiirini anımsatır bana. “Ah!” derim: “Bu şiiri resmin bir yerine koysalardı.”
“Kurudum da kadid oldun kumlarda
Sefer bekleye bekleye her gün ben
Enginlerden bir rüzgâr esmez mi serin serin
Pul pul ürperişler geçer içimden
Bir gün atlayıveresim gelir şu kıyılardan
Işıl ışıl yeşil yeşil sulara
Al başını çek git der deli gönül
Verip kendini bir büyük rüzgâra
Ta yanı başında durup da böyle
Hasretini çektiğim şeylere hasret gitmek
Hem tut o sular için halk ol hayat ol
Hem tut sonra o sulara hasret çek
Biraz dalacak olsam ta içimden bir şeyin
Çıkıp dolaştığını duyuyorum denizde
Ama öyle bitirmiş ki kum beni
Ardından bir türlü gidemiyorum işte
Bazen ayak sesleri duyarım dört yanımda
Bakarım masmavi levent bir umut
Bakarım sülün gibi bir serene sarılmış
Püfür püfür bir bulut
Başımı bordamı dövsün dalgalar
Tuzlar tahtalarımı ısırsın istiyorum
Çek beni fırtına çek beni deniz
Bırak beni sahil bırak beni kum
İnsaniyetinize sığınıyorum
Yıllar akrep değil yelkovan gibi geçiyor. Daha dün gibi hatırlıyorum. Pera Palas toplantılarımızda Zeki Ömer Defne de bulunurdu. Çakır gözlerinin içinden yayılan kıpır kıpır gülümsemesi ve titrek sesiyle bize şiirlerini okurdu. Doyamazdık ama, hocamız yorulmasın, incimesin diye ne yapacağımızı bilemezdik. Bir çocuğun doğumundan çoluk çocuk sahibi olancaya kadar geçen zaman. İnsanın durun yıllar diye haykırası geliyor. Bilmem bir edebiyat mahfilinde Zeki Ömer’i anan oldu mu? Çankırılılar ve binlerce öğrencileri ne yaparlar, bilmem ama, ben ölüm yıldönümünde onu anmadan geçemedim.
Sesi kulaklarımda:
Yine eller beyaz beyaz,
Niyazdan mı geliyorsun?
Malihulyaya dönmüşün,
Boğaz'dan mı geliyorsun?
Mavilerin hâre hâre,
Seni döndürmüş bu şehre.
Kemer bir nefs-i emmâre,
Bir hazdan mı geliyorsun?
Hangi dağa sığınmışlar,
El'aman halinde kuşlar?
Niye havalanmış kaşlar?
Pervazdan mı geliyorsun?
Geliş Rast'ta karar gibi,
Boy-bos Evc'e firar gibi,
El bir makam arar gibi...
Dost, sazdan mı geliyorsun?
Gel ey, göğsü gül nakışlım!
Gülü mâsiva kokuşlum!
Benim İstanbul bakışlım,
İlkyazdan mı geliyorsun?
Hep yazıyorum. Cumhuriyet yolunu aydınlatanların başında öğretmenler gelmekte. Cumhuriyet döneminde güzel sanatların her dalında eser veren sanatçıların çoğu öğretmen kökenli. Bunların ikisinden söz etmek istiyorum. 2 Aralık 1992 günü aramızdan ayrılan Zeki Ömer Defne ve 2 Aralık 1994 günü aramızdan ayrılan Orhan Şaik Gökyay.
Zeki Ömer Defne ve Orhan Şaik Gökyay’ın kader çizgileri ve misyonları birbirine çok yakın. Bir de Haşim Nezihi Okay var. Onu da mayıs ayında anacağım.
Zeki Ömer Defne, 1903 yılında Çankırı'da doğdu. Öğrenimini Ankara'da İlköğretmen Okulu'nda tamamladı. İlkokul öğretmeni olarak görev aldı. Sonra 1939 da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Kabataş ve Galatasaray Liselerinde öğretmen olarak çalıştı.
İlk şiiri 1923 yılında Çankırı Hak Yolu gazetesinde yayımlandı. Halk Edebiyatı geleneklerine bağlı ve hece ölçüsünde şiirler yazdı. Erzincan depremi için yazdığı “Bu Memleket Böyle Ağlar” isimli bir ağıtıyla sevgi ve ün kazandı.
Erzincan’dan Isparta’ya İstanbul’dan Konya’ya kadar, yerel bir üslûpla ele aldığı yurt güzellemeleriyle tanındı.
Zeki Ömer DEFNE’nin doksan yıla yaklaşan hayatını aşk derecesinde bağlı olduğu üç varlığa adanmıştı: Ülkesi, şiirleri ve öğrencileri…
Öğretmenlerin öğretmeni Zeki Ömer Defne’yi rahmet dileklerim ve saygı ile anıyorum. Gelecek yazımda onun yoldaşı, Orhan Şaik Gökyay’ı anlatacağım.