Bazı günler bir hal olur bana. Bir çımacı olup dilimi halatlarla iskelede babalara bağlasam, ne göynüm susar, ne beynim.  

 Birkaç gündür öyle oldum. Kul Mehmet’in koşması, Lemi Atlı’nın şarkısı tebelleş oldu. Dön baba dönelim. Ama seviyorum kafiri. Hayali de olsa kaş çatışını:

“Siyah ebruların duruben çatma

Gamzen oklarını âşıka atma

Sana gönül verdim beni ağlatma

Benim gözüm nuru gönlüm süruru”

Divan olsun, halk olsun şiirlerimizde Kiprikler, gamzeler ok, kaşlar, saçlar siyahtır. O oklar, önce gözbebeklerinize saplanıp kalbinize iner. Saçlar kement olup boynunuza geçiverir. Ebruları çatılır diye korkarsınız.

Kaşın kemana, yaya, hilale benzerliğini, “nun” ve “râ” ile ilgisini geliniz yarına bırakalım da bugün sevgilinin saçlarından söz edeyim. Meramım saç baş derken sizi bilmediğiniz bir şiir hazinesine, Feride Hanım’a ulaştırmak.  

“Olalı Mansûr-veş berdâr zülf-i dilbere

Hiç dil-i dîvâneyi bend eylemez bir bağlar”

Anlaması zor. Ben de yazarken sıkı sıkı ders çalışmadığımı sanmayın. Şair diyor ki, “Sevgilinin  saçına asıldıktan beri deli gönlün, başka bir bağa bağlanmaya kalkışmaz.”  O şair kim mi? Feride Hanım.

Bir başka gazelinde aşığın divane olup sevgilinin saçlarına zincirsiz olarak bağlandığını şöyle anlatmış:

Zülfüne dîvâne-veş bend oldı dil zencîrsiz

Dîde-i şehbâz ile sayd eyledin nahcirsiz”

Gönül saçlarına divane gibi zincirsiz bağlandı. İri doğana benzeyen gözlerine av eyledin hayvansız, demek istiyor.

  Bu durumdan şikayetçi değil. Bunu şöyle dile getiriyor: “Yeğdirir zencîr-i zülf-i yâr ile bend olması  / Kayd olup derd-i gama çekmekden ise firkati” Diyor ki; “Ayrılığın gamının derdini çekip kayıt olmaktansa, yarin saçlarının zinciri ile bağlı olmak daha iyidir.”

Ferîde Hanım sevgilinin siyah saçları ile ızdıraplı bir halde ta geceden sabahlara kadar gözlerinde rahat uykunun olmadığını söylemekte: “Yine yârin saçlarının siyahı ile çok ızdıraplıyım ben. Gözlerime rahat uykunun hayali geceden ta sehere kadar gelmez.”

“Yine sevdâ-yı zülf-i yâr ile pür ıztırabım ben

Hayâl-i hâb-ı rahat dideme şeb-ta-seher gelmez”

Bunlar, yalnız Feride Hanım’ın değil, Divan Edebiyatındaki şairlerin duygularındandır. Sevgilinin saçlarını, benlerini zalim olarak algılarlar ama, her biri katiline aşık olmuş gibidir. Manen zulüm ve işkenceden hoşlanan mazoşistlere benzerler. Feride hanım der ki:

 Şemm ider miydim bu dehrin gonca dest-bûsını  / Ârız-ı cânân ile gîsû merakım olmasa”

Şöyle çevirebilirim: “Sevgilinin yanağı ile saçlarına merakım olmasaydı, bu zamanın goncasının elini öpüp, koklar mıydım..”

Üç beş cümle Feride Hanım’dan söz edeyim:

1838 yılında Kastamonu'da doğmuştu. 1903-1904 yılında aynı şehirde vefât etti. Babası Baharzâde Hamâmî Mehmed Raşid Efendi; müderris, şâir aynı zamanda hattattı. Ferîde Hanım, ilk eğitimini babasından aldı. Yedi yaşında hâfız olmuş, Arapça ve Farsça öğrenmiş, hat sanatıyla ilgilenmişti.  

Ferîde Hânım, 16 yaşında Ali Raif Efendi ile evlenip ve İstanbul’a gitti. 1859 yılında eşinin rahatsızlığı sebebiyle tekrar Kastamonu’ya döndü. Bahârzâde Ferîde Hânımın, şiir konularını genellikle acı dolu hayatından kesitler oluşturdu.

Dostlarının teşvikiyle divanını tertip etti. Bünyamin Çağlayan tarafından yayınlanan Ferîde Hanım Divanı'nda  doksanın üzerinde şiiri  bulunuyor.

Bir gazeliyle yazımı bitireyim:

“Ney urup nîze derûn-ı nâyı güm güm gümledir

Mey-perestler neşvesi sahbâyı güm güm gümledir

 

Kaysveş derdile sayha eylese âşık eğer

Ser-te-ser her vâdî-i gayzâyı güm güm gümledir

 

El-hazer bir derdmendin âh-ı serdinden hazer

Şöyle kim germ-âbe-i bâlâyı güm güm gümledir

 

Cûş idüp deryâ-yı tab’ım nutka âgâz eylese

Gâr-ı endîşemde bin ma’nâyı güm güm gümledir

 

Atma topı ey Ferîde ma’rifet meydânına

Düşürür vehme dil-i dânâyı güm güm gümledir”