Çağımızın teknolojik gelişmeleriyle birlikte insanların yaşam tarzları kökten değişti. Bilgisayar, internet, yapay zeka, biyoteknoloji gibi alanlardaki ilerlemeler, insanları daha önce hayal bile edilemeyecek hızda bir değişimin içine sürükledi.

Kimi toplumlar bu değişime öncülük ettiler ve mimarı oldukları teknolojilerle kolayca uyumlandılar, kimi toplumlar bu teknolojilerin muadillerini ve ardıllarını üreterek yeni düzendeki yerlerini aldılar, kimi toplumlar bu teknolojileri sadece satın alarak kullanma yoluna gittiler, kimi toplumların ise bu gelişmelerden haberleri dahi olmadı. Bilim ve teknoloji her çağda en önemli güç olmuştu ancak bazı dönemler daha fazla. İçinde bulunduğumuz çağ da bilim ve teknolojiye hakim olan toplumların fark yaratacağı önemli dönemlerden biri gibi görünüyor. Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakalamak veya kaçırmak… İlerlemek veya gerilemek…

Bizim gibi teknolojiyi satın alarak kullanan tüketici toplumlarda, hastalıklı bir “parasını verir alırız” yaklaşımı var. Bu bakış açısı bilimi ve teknolojiyi, birilerinin üreterek ameleliğini yaptığı, birilerinin ise kullanarak keyfini sürdüğü sığ bir anlayışa indirgiyor. Bu senaryoda bilim ve teknolojiyi üretenler işçiler, onu kullananlar ise patronlar şeklinde konumlanıyor ancak durum aslında tam tersi. Bilim ve teknolojiyi üreten toplumlar bu alandaki hakimiyetlerini gitgide artırırken, diğer toplumların bu seviyeye ulaşmaları her geçen gün daha da zorlaşıyor çünkü aradaki fark açıldıkça açılıyor.

Düşünün… Yazılımı anlamadan bilgisayarı, bilgisayarı anlamadan interneti, interneti anlamadan blockchain veya yapay zekayı anlamanız mümkün olabilir mi? Bilim ve teknoloji birilerinin hasbelkader keşfetmesi ile değil, üst üste bindirilen bilgilerle ilerliyor. Tıpkı yükselen bir binanın katları gibi, ikinci kat olmadan üçüncü kata çıkılamıyor. Yazılım teknolojilerindeki muazzam yükselişle birlikte, blockchain ve yapay zeka gibi ileri seviye ürünler doğdu. Sırada bu ürünlerin geliştirilerek mevcut sistemlere entegrasyonu var. Nasıl ki hiçbir işimizi 50 sene önceki şekliyle yapmıyorsak, yakın gelecekte de bugünkü şekliyle yapmayacağız. Ancak bu defa 50 sene sürmeyecek ve bu çağa adaptasyon hızımız toplumsal geleceğimizi de şekillendirecek. Keşfedenlerden mi, muadilini veya ardıllarını üretenlerden mi, tüketenlerden mi yoksa haberi dahi olmayanlardan mı olacağız?

Yüksek teknolojili bir ürün üretebilmek için o teknolojiye ait kapsamlı bilgiye, bu bilgiyi geliştirecek vizyona, bu bilgiyi işleyerek ürüne dönüştürecek eğitimli insan kaynağına ve daha birçok şeye ihtiyaç duyarsınız. Teknolojik veya ileri seviye bilgi (en azından şimdilik) insan tarafından üretilen bir yüksek eğitim ürünüdür. Tesadüflere veya şansa değil, eğitimin kalitesine ve şartların uygunluğuna bağlıdır. Ülkenizde bir yüksek teknoloji ürünü üretmek istiyorsanız bunu kabaca iki farklı şekilde yapabilirsiniz. İlki, ülkenizin eğitim, hukuk, ekonomi, iş gücü piyasası gibi tüm koşulları gayet makul seviyededir ve bu durum size bu ürünü üretebilecek altyapıyı sağlar. Ortam uygun olduğundan üretilmesi değil, üretilmemesi şaşırtıcıdır. Bu toplumlara ileri toplumlar deriz ve bilimde tüm toplumlardan daha ileri seviyededirler. İkinci yöntem ise, bu ürünü üretebilecek kapasiteye sahip yatırımcıları ülkenize yatırım yapmaya ikna edersiniz ve mülki hakları size ait olmasa da bu teknolojiyi ülkenizde üreterek bu ürüne ve sektöre dair bilgi ve insan kaynağının gelişmesini sağlarsınız. Biz ülkece bunu deniyoruz, bazen becerebiliyoruz ancak çoğu zaman ve özellikle son dönemde bunu yapamıyoruz. Çünkü çoğu treni kaçırdığımızdan, ileri teknoloji ürünü üretimi için gereken insan kaynağına (ve daha birçok şeye) sahip değiliz. Diğer bir deyişle; gittikçe cahilleşiyoruz.

Bilim bizim parasını verip kullandığımız şey değil, bireylerin ve toplumların gelişmesine olanak tanıyan en güçlü unsur. Bilimin gücünü anlamak ve hayatımızın bir parçası haline getirmek, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde olumlu değişimlere kapı aralar. Bilim bir yaşam biçimi olarak benimsendiğinde, daha bilgili, daha eleştirel düşünen ve daha etik değerlere sahip bir toplumun temeli atılmış olur. Bu da daha güçlü eğitim, sağlık, adalet, ekonomi ve insanca yaşam demektir.

Olur mu? Umarım…