İmeceyi kırsal kesimle sınırlı tutmak doğru değil. Ama kırsal kesimde imecenin bir başka anlam, bir başka güzellik kazandığı, gelenek ve göreneklerimizin hem taşlarından biri olduğu doğru.
Bu gelenek, komşuluk bağlarını daha güçlendirmiş, dayanışmayı, özveriyi, davranışlarımızın kopmaz parçası yapmış.
Yol yapımından, cami - okul yapmaya, köye su getirmeden, ağaç dikmeye, tarla sürmekten, hasat toplamaya, yün kırkmadan, kilim dokumaya, bağ bozumundan, bulgur çekmeye kadar bir çok iş, imece gelenekleri ve göreneklerinin ışığı altında görüle gelmiş.
Bir çocuk şarkısı ile başlamıştık. Şu şarkıyı gözünüzün önünde bir fantezi ile süsleyiniz. Orada imeceleri göreceksiniz:
"Geldi işte ekin biçme günü, / Tarlamızın bugündür düğünü! / Dilde güzel bir şarkı; ellerde orak, /Ne kadar da güzeldir orak vurmak..."
Günümüzde modern biçer döğerler bir tarlada günler süren ekin biçme işini kısa sürede yapıveriyor. Ben size kol gücünün geçerli olduğu zamanlardan haber vereceğim:
Kurak mevsimlerde ekinler boy atmaz. O zamanlar ekinler tırpana gelmez. “kalıç” denilen bir çeşit orakla biçilir. Daha doğrusu buna biçme denmez “yolma” denir.
Ekini dağda kalmış sahipsiz kadın ev ev gezerek köyün eli kalıç tutanlarını davet eder. Zaten bu kişiler bellidir. Bir gün evvelinden yufkalar açar, yoğurt mayalar, siniler dolusu börekler hazırlar.
Erkenden toplanan imeceler, gecenin karanlığında yola dizilirler. Sabah erkenden tarlaya varırlar. İşe hazırlanan kızlar, kadınlar, biçilecek yerin yani hon’un başına geçerler.
Tarla sahibi yüksek sele Besmele çeker:
“Siftah benden, kolaylık Hak’tan, emek sizden, yemek bizden” der ve ekinleri yolmaya başlar.
Anadolu'da ekin biçmenin geleneksel bir düzeni var.. Ekin tarlasında önce tırpan veya orakçıların en ustası olarak kabul göreni hon'un başına geçer. Buna "Elcibaşı" denilir.
Elci başı hon'un baş tarafındadır. Diğer orakçılar onun sağ yanından itibaren belirli aralıklarla dizilir, en sondakine ise "pöçükçü" adı verilir. Ekin biçilirken içlerinden sesi güzel olanlar sırasıyla türkü okurlar, bu türkülere "manileme" denilir.
Genellikle manilemeye elcibaşı başlar, kendisi önce ezginin bir dizesini okur, diğerleri koro halinde tekrarlar. Bu söyleme biçimine halk müziğinde "Deme-Çevirme" denilmekte.
Osmanlı tarlasında
Gül biter yaylasında
Yârim yağlık yitirmiş
Güzeller arasında
Kapımızın önü bostan
Bostan görünmüyor pustan
Tarlalar ekinle dolmuş
Düğünümüz olur kıştan.
Maniler sallanır, dolgun başaklar kopar topraktan. Desteler dizilir, maniler dizilir.
Tarlada olur halka
Dallarda öter karga
Kibar kız gelin olur
Güz olmazsa, baharda.
Gül ektim hardal oldu
Açıldı bal bal oldu
Bir yar sevdim A’caşlada(Akçakışla’da)
Büyüdü dal dal oldu.
Kaya dibine yatmış
Potin çamura batmış
Parası yok bellemen
Yarim üç mecidiye yapmış.
Bu tür manilerle iş uzar, yolma uzar, deste uzar gider.
Tarlalarda gezersin
Gözlerimde güzelsin
Ali’m gibi çiçek yok
Şu çiğdemden güzelsin.
Tabancamın bağları
Duman aldı dağları
Şaban’a çok yalvardım
Çıkarmadı şalvarı.
Güneş tepeye dikilir. Terler akar. Öğle yemeği gelir. Karpuzlar kesilir; kırmızı... Yağlı yoğurt ezmesi içine ekmek doğranıp yenir. Sonra söğüt ağacının altında, bir pınarın serinliğinde veya yığın gölgelerinde yorgun, tatlı rüyalar içinde bir süre kestirilir. Uykusu gelmeyen kızlar tarlanın düz bir yerinde toplanıp halay tutarlar.
Agmeler eğilir mi
Güzele doyulur mu
Yolma yolan kızların
Kolları yorulur mu?
Baştan ikisi söyler, diğerleri tekrar ederler. Tarla yüzündeki bütün desteler yığın yapılınca kızlar kalıçlarını ev sahibinin önüne atar, hep birden: “Fatma Bacı, düşmanıyın ömrü bu kadar olsun” derler. İş elbiselerinin üzerine bayramlıklarını giyen kızlar düğünden gelir gibi şen ve şakrak yola koyulurlar. Tozlu yollarda iş yapmanın mutluluğu içinde köye dönerler. Yarın ekin biçme selavatlaması örneği vereceğim.