Arif Nihat Asya, milli tarih şuuru içinde yurt ve vatan sevgisiyle dile getirdiği hamasi şiirlerine, güçlü bir duyarlılıkla musikiyi ve ahengi soktu.

Şiirlerinde hece, arûz ve serbest vezinleri kullandı. Fikrin ağır bastığı şiirlerinde milliyetçilik konusu büyük bir yer tuttu. Güzel ve zarif benzetmelerin yanı sıra, keskin zekâsının, şakacı kişiliğinin ürünü olan nükteleri, taşlamaları, kelime oyunları anlatımını tamamlayan unsurlardı.  Bayrak ve vatanın en usta anlatıcılarından biri olmuştu.

Onun destanlarında, o günleri yaşıyormuş gibi heyecanlanıyor, kendimizi, içimizden kopup gelen bir mehterin ya da marşın kanatlarında buluyoruz.

“Nerede kaldı o çağlar ki  / Analar kurt doğururdu. / Hilkat insan çamurunu  /Destan ile yoğururdu.

 Nerede o yiğitler ki, gür /  Sesleri ülkeyi bürür, / "YÜRÜ" dese dağlar yürür, / "DUR" dese kalpler dururdu!

 “Yurda, baş dedikleri bir / Ağır odakla geldiler / Ve şu bayraksız dünyaya / Bayrakla geldiler.

 Kopardılar ayı gökten, / Bir ipek dala astılar… Yurt dediler gölgesine / Ayaklarını bastılar.”

 Yeryüzünün göbeğinde  / Kuruldu kurultayları...  / Günleri sönmek bilmedi  / Yere düşmedi ayları.

 Onlardan kaldı bu toprak...  / Biz gezip tozmayalım mı?  / Yabanlar kıskanır diye  / Destan da yazmayalım mı?”

 Arif Nihat Asya, “Yabanlar kıskanır diye, destan da yazmayalım mı” diye soruyor.  1990 yılında TRT Rodyo 2 için Folklor Penceresi dizisinin metinlerini yazıyordum.  Bir bölümün konusu Kitap Sevgisiydi.  Kitap sevgisini anlatırken, Arif Nihat Asya’nın “Kitap” başlıklı bir yazısından alıntı yapmıştım. Şöyleydi:

“…. Gösterişsiz kabına bürünmüş uyuyorsun şimdi. Uyu ey kitap uyu… Günü gelecek uyanacaksın. Bir gülün, bir şark  lalesinin açılışıyla açılacaksın. Rengin olacak, kokun olacak; altın kanatlı arıların, altın kanatlı kelebeklerin olacak!

Bayrak tanıyacak seni.  Toprak tanıyacak seni… Gözler, yıldızlar, dudaklar tanıyacak; okuyacak seni.  Yapraklarını kanat yapıp uçabilenler neslinin geleceğine ben inandım.. Sen de inan ey kutlu kitap….”

 Bu şekilde bir şiir güzelliğindeki sözler sürüyordu.  Arif Nihat Asya adını okuyan TRT denetçisi makaslayıp atmıştı. Üzülmüştüm.

Düşüncelerinden dolayı sürgünler yaşadı. Bayrak şairimiz öldükten sonra da düşünceleri belli kafalarca makaslanıyor.  Çok şeyi hoş görmüştür ama bayrağa karşı saygısızlığı asla. 1964 Eylül ayında yayınlanan bir yazısından birkaç paragraf aktararak  yazımı bitirmek istiyorum:

Mahalli bayram için onlar da bayrak çekmişler… Ayyıldız’ı bizimkini andırmakla beraber, zemini kahverengine yakın, siyaha kaçan ve içler karartan bir renk.

Bu her halde benim şiirini yazıp Mesir günlerinde iki yerde okuduğumdan ayrı bir bayrak…

Bizimki için “Rengini kanımızdan aldı” deriz. Onlarınkinin rengini, onların kanından almış olacak…

Bizimki, kusursuz olur.. Onlarınkinde bir köşe, iki yerinden yırtık. Kendilerinin hayal perdesi gibi….

Böyle bir bayrağı, Manisa’da Mesir şenlikleri münasebetiyle kaldığımız otelin yakınlarında kendilerine parti diyen bir teşekkülün balkonunda gördük.

Bedbahtlar, onu oraya, Türk bayrağı yerine Türk Bayrağının karikatürü olarak çekmişlerdi. Yenisini alacak paralarının olmadığından değil…

Arkadaşım Cemal Oğuz Öcal, onlara bayrak direği ile ders vermek gerektiğini söyledi. Ben bayrağın ipiyle ders vermeyi düşündüm. …”