Dünkü yazımın sonunda iki gün Lemi Atlı’dan söz edeceğimin haberini vermiştim.
Bostancı'da bir sabah... Köşkler pencerelerini tuz kokan deniz rüzgârlarına henüz açmakta. Deniz üstündeki gazinolardan birinde tek bir müşteri var: Genç ve güzel bir kadın, yüzü denize doğru. Uzaklara, enginlere bakıyor. Gür, siyah saçlarını rüzgârlar dağıtıyor. Gazinonun radyosundan içli bir kadın sesi duyuluyor. Ankara Radyosu'nun sabah yayını… Günlerden pazar olmalı...
Bin gül çıkarırdım sana kalbimdeki külden
Bir gün beni ansaydın eğer sen de gönülden.
Bülbül gibi yanmazdı gönül sevdiği gülden
Bir gün beni ansaydın eğer sen de gönülden
Belki de kendi kendine: : «Bir gün beni ansaydın eğer sen de gönülden» diyerek, gönül gözleriyle artık unutmak üzere olduğu ebediyete giden sevgiliyi arıyor.
Bu kadının kim olduğunu programımızın sonunda öğreneceksiniz. Şarkının Bestekarı Lemi Atlı, güftekarı, Yaşar Nabi'ydi. Lemi Atlı, bu hüzün yumağı şarkıyı ne zaman yapmıştı? Sorunun yanıtını sonraya bırakıp sözü Şizemu Halid Lemi’yi getirelim.
Şizemu Halid Lem'î, 1869’da İstanbul' da Üsküdar'ın Sultantepesi semtinde doğdu. Babası Çerkez İbrahim Bey'di. Doğumundan bir hafta sonra annesini, iki yaşındayken babasını kaybetti. Ablası ve eniştesi tarafından büyütüldü
Soyu Çerkez Şizemu sülâlesinden gelmekteydi. "Soyadı Kanunu" nu çıkınca "Şizemu" sözcüğünün Türkçe anlamı olan Atlı kelimesini soyadı olarak aldı.
İlkokuldan sonra Fatih ve Soğukçeşme Rüştiyesi'ni okudu. 1887 yılında "Mülkiye Mektebi"ne kayıt oldu ise de bitiremedi. Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri aldı. Lemi Atlı, küçük yaşlarda kendisini musiki ortamında buldu. . Eniştesinin evinde "Küme Faslı" yapılıyordu. Bu fasıllarda Kanunî Fenerli Mike, Tanburî Garbis, Kanunî Solak Mihal, Giriftzen Rıza Bey, Santurî Ethem Efendi sazende olarak, Beylerbeyli Hakkı Bey, Domates Ahmet Bey, Beylikçizâde Sadık Bey, Hâfız Yusuf hanende olarak katılırdı.
Hacı Ârif Bey' in bulunduğu bir musiki toplantısında, Santurî Ethem Efendi'nin eşliğinde "Humarı yok bozulmaz meclis-i meyhâne-i aşkın" güfteli, Muhayyer i şarkıyı okurken, karar sırasında Hacı Ârif Bey: "Aferin evlâdım! Bir ufak nağme ile tenvir etmişsin. İnşallah zamanın en büyük bestekârı olursun" demişti.
1889 yılında "Dahiliye Nezareti Mektubu Kalemi"nde memuriyete başladı. Gazetede yazarlık yaptı. Memuriyet hayatına bir ara İzmir'de devam etti. 1907’de memuriyet hayatından çekilerek İstanbul' a yerleşti.
Daha sonra Hacı Faik Bey, Hanende Ali Bey, Bolahenk Nuri Bey, Püskülcü Osman Efendi, Hanende Nedim Bey, Hacı Kirami Efendi gibi musikişinaslardan hayli eser geçti.
Lemi Atlı, bestekârlığa 1888’de başlamıştı. Musikiyi hep pratik yönden öğrendi nota bilmezdi.
Komşu kızına âşık olmuştu. Ona bir türlü aşkını açamıyordu. Bir gün kızı sokaktan geçerken görmüş, bir ağacın gölgesinde onu süzmeye başlamıştı. Dayanılmaz bir aşkla kızı süzerken dizlerin bağı çözülmüştü. Kendinde olan Reşit Mümtaz Paşa’nın güftesini mırıldanmaya başladı:
“Hüsnüne edvarı nazın şan senin
Bende takat kalmadı ferman senin
İhtiyarım gitti elden can senin
Bende takat kalmadı ferman senin…..”
Bu şarkıdan sonra çeşitli makamlardan besteler geldi. Bunların arasında bir Hicazkar şarkısının anısını ve öyküsünü şöyle anlatmıştı.
- «O tarihlerde henüz 22 yaşında bir delikanlı idim. Zamanın Nafia Nazırı (Bayındırlık Bakanı) Mahmut Celalettin Paşa'nın Kanlıca'daki yalısında yaz geceleri fasıl musikisi yapıyorduk. Paşa ne zaman yeni bir şarkı güftesi hazırlasa ertesi günü bizi mutlaka davet ederdi.
Yalıya gelinceye kadar sabredemediğinden vapurun vükelaya (vekiller) mahsus yan kamarasına girer, hepimizi etrafına toplayarak güftesini yüksek sesle okurdu.
Sevgili dostlar yarınki yazımda böyle bir akşamda bir şarkının doğuşunu anlatacağım.