Elbette bencileyin arayan adını soran çok kişi var. Anımsamayanlar, yani hatırlamayanlar için ufak bir dokunuş yapmayı görev edinmemiz gerek. Hani desem ki:

“Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil,

Rüzgârda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten

Uçsuz bucaksız değirmen;

İçim muradına ermiş

Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim,

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim… “

Bu yıl, uzaklarda sandığım yaz, gök gürültüsü ve sağanakların ardından pat diye düşüverdim. Önce omuzlarımı verdim güneşe, derin derim sıcak havayı çektim ciğerlerime. Kemiklerimi ısıttım. Küçük bir kazanın kalıntısı geçene kadar henüz denize giremiyorum. Ama Nostalji sarmalına ilmek atmamda bir sakınca yok. Verandamızı kaplayan asmanın sürgünleri, yaprakları gibiyim. Bir an geliyor çayır çimenlere sarılıveriyorum. Bir anda on beş, on altılı yaşlara kanca atabilmek için dal arıyorum: 

“Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,

Rüyalarım kadar sade, güzeldin,

Başbaşa uzandık günlerce ıslak

Çimenlerine yaz bahçelerinin.

Ömrün gecesinde sükun, aydınlık

Boşanan bir seldi avuçlarından,

Bir masal meyvası gibi paylaştık

Mehtabı kırılmış dal uçlarından.

Nice yazlar yaşadım. Pek çoğunuz da yaşamıştır kuşkusuz. Başınızı kaldırıp, beyaz beyaz bulutları izlemişsinizdir. Ya da bir ikindi zamanı çınar gölgesinde iki bakışın hülyası içinde erimişsinizdir. İşte şuranızda bir yakışı duyumsayıp elinizi bağrınıza götürmüş, hüzün yumağı sarmışsınızdır:

“Mavi, maviydi gökyüzü

Bulutlar beyaz, beyazdı

Boşluğu ve üzüntüsü

İçinde ne garip yazdı…

Garip, güzel, sonra mahzun

Işıkla yağmur beraber,

Bir türkü ki gamlı, uzun,

Ve sen gülünce açan güller,

Beyaz, beyazdı bulutlar,

Gölgeler buğulu, derin;

Ah o hiç dinmeyen rüzgâr

Ve uykusu çiçeklerin.

Mor aydınlıkta bir çınar

Veya kestane dibinde;

Mahmur süzülen bakışlar

İkindi saatlerinde…

Birden gülümseyen yüzün

Sabahların aynasında

Ve beni çıldırtan hüzün

İki bakış arasında.

Ben bilirim. Kuşkum yok ki Adını söylemediğim şair, romancı, bilim insanını tanımıştır. O, eserleriyle olduğu kadar, nitelikleri, sahip olduğu kültürün derinliği ile de, yakın devir edebiyatımızın önemli kişilerinden biriydi.

Cumhuriyet döneminin ilk öğretmenlerindendi.  "Bursa'da Zaman" şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi bulmuştu. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok türe yönelmişti. Bursa’da Zaman’dan bir bölüm alıyorum:

“Bursa’da bir eski cami avlusu,

Küçük şadırvanda şakırdıyan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar…

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

Eliyor dört yana sakin bir günü.

Bir rüyadan arta kalmanın hüznü

İçinde gülüyor bana derinden.

Yüzlerce çeşmenin serinliğinden

Ovanın yeşili göğün mavisi

Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın

Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.

Güvercin bakışlı sessizlik bile

Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.

Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,

Muradiye, sabrın acı meyvası,

Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,

Türbeler, camiler, eski bahçeler,

Şanlı hikâyesi binlerce erin

Sesi nabzım olmuş hengâmelerin

Nakleder yâdını gelen geçene.

Bu hayâle uyur Bursa her gece,

Her şafak onunla uyanır, güler

Gümüş aydınlıkta serviler, güller

Serin hülyasıyla çeşmelerinin.

Başındayım sanki bir mucizenin,

Su sesi ve kanat şakırtılarından

Billûr bir âvize Bursa’da zaman.

………”

Kimden söz ettiğimi elbette anladınız. Benden soracak olursanız, lütfen yarınki yazımı bekleyiniz.