Yaz gününde av avlanmaz. O halde kışın ortasında av ve avcılıktan söz etmenin zamanı dedik. İki yazımızı bu konuya ayırdık: 

Avcılığı geçim aracı olarak yapanlara ve yalnız spor için avlananlara "rastgele" diyerek, av ve avcılık konularına folklor penceremizden bakmak istiyorum. 

Hârizm Özbek Hükümdarı Ebu'l Gazi Bahadır Han'ın Türk Seceresi adlı eserinde Dokuz oğuzların üç bölüğe ayrıldıklarını, bilirici bölüğün Turfan'a gelerek burada yerleştiklerini ve çiftçilikle, ikinci bölüğün hayvan sürüleri beslemekle uğraştıklarını, diğer bölümünün ise ormanlarda av avlamakla, göllerde balık tutmak1a yaşadıklarını yazıyor. 

Yine bu kitaptan öğrendiğimize göre, avcı bir Oğuz babası kızına kızdığı zaman, "Ben seni sürü sahibi bir kocaya veririm. Orada sürüleri sağarsın ve koyun keçi gibi 
hayvanların etini yersin." diye tehdit edermiş. 

Avcılara göre, sürü sahibi Türklerin hayatı o kadar tatsız,. avcı Türklerin hayatı o kadar tatlıymış ki, tehdit olan kızlardan, sürü sahibi kocaya düşmek korkusu ile intihar edenler olurmuş. 

Bu hikaye, avcıların yaşayışlarından memnun olduklarını gösteriyor. Her gün lezzetli av eti yiyen avcılar, derilerden, kuş tüylerinden güzel kürkler, elbiseler, kalpaklar, çizmeler ya da altlara sermek için, üstlerine örtrnek için pöstekiler yaparlardı. 

AVCILIK HAYAT SİGORTASI MI? 

Avcılar fazla zengin olmadıkları için, hükümdarlar onları hâkimiyetleri altına almak istemezlerdi. Bu nedenle üzerlerine asker göndermezlerdi. Onun için ormanlarda her zaman özgür, bağımsız kalırlardı. Bir anlamda avcı kızların bu yaşayışı, çoban ve sürü sahibi olanların yaşayışına tercih etmelerinin sebebi buydu. 

Avcı Türkler, avcılıkla ele geçirdikleri kıymetli pöstekileri, kuş tüylerini, çeşitli derileri sürü sahibi çiftçiler ve sanatkarlarla değiş-tokuş ederlerdi.

Avcılar, her şeyden önce iyi silahlara, iyi oklara gereksinim duyuyorlardı. Mete'nin icat ettiği ıslık çalan oklar giderek gelişmişti. Bazı tarihçilere göre Oğuz adı ok ve öz kelimelerinden meydana geliyordu. Oğuz, "ok1ar aşireti" ya da "ok erleri" anlamını taşıyordu. 

Mete'nin icat ettiği ok daha sonraları Oğuzların totemi haline gelmişti. 

Avcılıkta, çeşitli silahlarla birlikte avcı kuşlardan da yararlanılmaktaydı. Bu kuşlardan bazıları zamanla oğuzların ongunları yani totemleri haline gelmişti. Şahin, kartal, tavşancıI, sungur ve çağrı en önemlilerindendi. 

TUZUN KEŞFİ 

Türkler tuzu bir av sırasında keşfetmişlerdi. Türk hanlarından Tutuk Han, avladığı geyiği kesip pişirirken bir parçası yere düşmüştü. Düşen parçanın daha lezzetli olduğunu anlayınca, etleri o toprağa sürerek pişirmeye başlamışlardı. Böylece tuz keşfedilmişti. 

Eski Türklerde geyik adı, tüm dört ayaklı av hayvanlanm ifade ediyordu. Yine eski Türkler, bugün geyik adını verdiğimiz hayvanın dişisine ''bağış'' erkeğine "buğu" diyorlardı. Türk ülkelerinde sürüler dolusu "ahu'' lara yabani atlara, parslara vadi ve göl kenarlarında geyiklere, kuğu kuşlarına, Pamir'in alt yaylalarında yak adı verilen Tibet sığırlarına, boynuzları burmalı "argalı" adı verilen yabani koyunlara rastlanıyordu. 

SPOR 

Türklerde sürgün avının yeri ve önemi başkaydı. Hakanların oldukça büyük avcı teşkilatları vardı. Osmanlıların ilk dönemlerinde savaş içerisinde yoğrulmalarına rağmen padişahların vazgeçemedikleri spor avcılıktı. Av sahaları İstanbul'dan Edirne'ye kadar uzanırdı. 

Hiçbir şey onlardaki bu isteği yok edemezdi. Savaş sırasında bizzat ordulara kumanda ettikleri zamanda bile ava çıkarlardı. 

Av aletleri yapmak, av kuşları terbiye etmek, başlı başına bir sanat kolu haline gelmişti. Hileli avcılıkta kullanılan alet ve düzeneklere kimi yerlerde "pıta" , kimi yerlerde "ala", kimi yerlerde "alaca" adı verilmekte. Başlıca alalar arasında: zıpkı, keklik, turaç, bıldırcın, toy, dadandırak, ışık ve inlik alaları sayılabilir. 

Yarınki yazımda hileleri ve avcı âşıklardan söz edeceğim. Anca bir avcı fıkrası ile yazımızı kapatalım: 

Bir kazanın kaymakamını yemeğe alırlar ve yemeğe kaymakam yazı işleri müdürünü de yanına alır, almasının tek sebebi kaymakam fazla yalan atarmış. Kaymakam yazı işler müdürüne:

" Ben fazla atarsam şeyime ip bağlayacağım, ipin bir uçunu sana vereceğim. Sen de çekersin, ben de anlar dorumu düzeltirim." demiş ve yemekten sonra av muhabbeti açılmış bizim kaymakam dayanamayıp av maceralarını anlatmaya başlamış.

 "Bir gün dağda avlanırken önüme 50 kurt çıktı. Ben çiftemi çekip 30 tanesini vurdum." deyince yazı işler müdürü ipi çekmiş.  Kaymakam: " 30 tane yoksa bile 20 tane vardı," demiş. Yazı işleri müdürü yine ipi çekmiş. Kaymakam " 20 tane yoksa bile 15 tane vardı." Demiş. Yazı işleri müdürü ipe asılıp çekmeye devam edince;  Kaymakam : "Koparsan bile 15 in altına inmem," demiş.

YARIN: ÂŞIK SERDARİNİN ŞİİRİ: AV GÜNÜDÜR BU