Türkiye ekonomisi son birkaç yıldır, yüksek enflasyon nedeniyle zor bir dönemden geçiyor. Her ay, hemen her şeyin maliyeti daha da artıyor. Serbest meslek erbapları kısmen de olsa bu artışları ürün ve hizmet fiyatlarına yansıtabiliyorlar. Ancak maaşlı çalışanlar, yıl boyunca aynı maaşı aldıkları için, enflasyonun etkisiyle eriyen ücretleri her geçen ay daha da yetersiz kalıyor.

Bu etki nedeniyle, yılda bir defa yapılan asgari ücret artışı, 2022 ve 2023 yıllarında iki defa yapılmıştı. Yine yılbaşı yaklaşıyor ve ülkenin gündemi, bütün maaşlı çalışanlar için bir gösterge niteliğinde olan asgari ücret ve memur maaşı artışlarına yöneliyor. Hükümetten yükselen sesler, bu sene asgari ücrete sadece ocak ayında ve bir defa artış yapılacağını gösteriyor. Ekonomi yönetiminin “sıkı para politikası” söylemleri devam ediyor. Beklentilerle söylemler çelişiyor ancak önümüz seçim… Tahmin yürütmek daha da zorlaşıyor. Olması gereken ile doğru olan çelişiyor. Olması gereken enflasyonu tetikliyor, doğru olana gönül razı değil. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Tükürmesen boğazında birikip nefesini kesiyor. İrdeliyoruz.

Uzun zamandır asgari ücret artış oranını tahmin etmek son derece kolaydı çünkü pratik bir formülü vardı. TÜİK’in açıkladığı enflasyon verilerinin üzerine %2-3 ekleyerek asgari ücret artış oranını aşağı yukarı tahmin edebilirdiniz. Uzmanlar her yıl olduğu gibi, 2024 yılı için asgari ücret ve memur maaşı artış tahminleri yapmaya çalışıyorlar ancak bu defa işler o kadar kolay değil. TÜİK verileri ile pazarda yaşananlar örtüşmüyor, hükümet ile ekonomi yönetiminin öncelikleri net biçimde çelişiyor ve bu durum beklentilerin bulanıklaşmasına neden oluyor.

Hükümetin önceliği, “asgari ücretliyi enflasyona ezdirmeyiz” söyleminin arkasında durmak ve yıllardır uygulanan “enflasyon + 2-3 puan” formülünü sürdürmek. Kirasını ödemekte dahi zorlanan asgari ücretli seçmenden gelen seslerin yükseliyor olması, acı reçetenin yerel seçimler sonrasına saklanması gereksinimini doğuruyor. Büyükşehirleri bir bir kaybeden ve geri almak isteyen hükümet, seçimler öncesinde böyle bir risk almak istemiyor ve yüksek bir artış oranının amaçları destekleyen karar olduğuna inanıyor.

Ekonomi yönetiminin önceliği ise çok farklı. Enflasyonla mücadeleyi ilk sıraya alan ve bugüne kadar attığı adımlarla bunu kanıtlayan ekonomi yönetimi, yüksek maaş artışlarının enflasyonu tetikleyeceğini düşünüyor ve son birkaç yıldır bu şekilde davranılması nedeniyle aşırı enflasyona maruz kalındığını açıkça ifade ediyor. Yanlış politikaların sonuçlarından dersler alınması gerektiğini, seçim ekonomisi yapmanın zamanı olmadığını, bu nedenle düşük artış oranının amaçları destekleyen karar olduğuna inanıyor.

Bu çelişki karşımıza şöyle bir tablo çıkarıyor: Hükümet popülist davranıyor ancak yüksek maaş vadediyor, ekonomi yönetimi ise haklı ancak düşük maaş vadediyor. Doğru olan düşük artış yapmak fakat bu senaryo, zaten zor durumda olan asgari ücretliyi daha da zor duruma sokmak anlamına geliyor. İki ucu otlu değnek…

Son zam 1 Temmuzda yapıldı, o tarihten sonraki 6 aylık enflasyon %33, merkez bankasının 2024 yıl sonu enflasyon hedefi %36… Yani, 1 Temmuz 2023 tarihindeki alım gücünü 2024 yılının sonuna kadar koruyabilmek için şu anda yapılması gereken artış oranı %69. Bu ise maalesef mümkün görünmüyor.

Açlık sınırının 13.700TL, bekar bir çalışanın aylık yaşam maliyetinin 17.800TL, yoksulluk sınırının 44.600TL olduğu bir dönemdeyiz ve net asgari ücret 11.400TL. %30 artış yapılsa 14.820TL, %50 artış yapılsa 17.100TL olacak. Muhtemelen artış bu aralıkta kalacak. Kira, elektrik, doğalgaz, ulaşım, giyim, mutfak… Kiranın 10.000TL olduğu memlekette, 11.400TL’ye yaşamaya çalışmak… Bazen öyle bir noktaya gelirsiniz ki, tahminde bulunmak yahut hesap yapmak manasız gelir. Aslında öyle bir noktadayız lakin ne kadar manasız gelirse gelsin hesap yapmak zorundayız çünkü yaşamak için buna mecburuz. Bugün bile düşündürücü olan bu tablo, 2024’ün ikinci yarısında çok daha kötü bir hal alacak gibi görünüyor.

Uzmanlara sorarsanız size doğruyu gayet basit ve net biçimde söyleyebilirler. Derler ki: “Yüksek maaş artışları kaçınılmaz olarak ürün ve hizmet fiyatlarına yansıyacağı için, kuyruğunu yiyen yılan misali, o an karnımızı doyurur ama uzun vadede bizi yok eder. Bu nedenle artış oranlarının makul seviyelerde kalması doğrudur.”  Doğru olan uygulama içimize sinmediğinde veya hayatımızı zorlaştırdığında ne yapmamız gerektiğinin cevabını ise ekonomistler değil siyasiler vermeli. Bir cevap alabilmek için ise önce soru veya hesap sorulmalı.