Önceki yazımda Ahmet Haşim’e ilişkin genel bilgiler verdim. Bu yazımda, kişiliği hakkında bilgiler sunmayı amaçlıyorum:

Ahmet Haşim’in şiiri, farklı bir şiir.  Bedeninin, ruhunun bütün zerrelerini içinde taşımakta. Işığın gölgeleri ve tonları ile dolu. Hayatını sanata bağlamış bir kişiliğin ürünleri, anlatımları. şiirini tanımak, yaptıkları ve yapamadıkları ile tüm sanat dünyasına girebilmek için, dönemin içte dıştaki edebi akımlarının yanında ruhsal ve dinsel yönlerini bilmek gerekir.

Ahmet Haşim, büyük sanatçı kişiliğinin yanında oldukça ilginç ruh yapısını bize gösterir. Haşim'i şöyle özetleyenler çoğunluktadır:

"Sinirli, tepkilerini saklamayan, açık ruhlu, övmekten çok yeren, kınayan, alaya düşkün, mağrur ve bencil, kanmamış bir ruhun azapları ve kavramları içinde ne topluma ne de arkadaşlarına ısınamayan bir kişiliktir. Bu nedenle mânen sürekli yalnız kalmış, yalnız güzel ve bol yemek yemekten hoşlanmıştır. Arkadaşları arasında yalnızca kendisinin üst görevlere getirilmeyişinin nedeni, ihmal edilmiş olmasından çok, yaratılışının hırçın ve fazla kuruntulu olmasındandır.”

Ahmet Haşim de üç eksiklik duygusu sürekli göze çarpar.

Bunlardan biri, kendisinin Arap zannedildiği korkusu, ikincisi, çirkinlik vehmi, Üçüncüsü, dostlarının onu çekemedikleri bu yüzden de vefasız oldukları zannı…

Bağdatlı olması, şakalaşmalar içinde kendisine Arap denilmesi, şuurunun altına antipati duygularının yerleşmesine neden olmuştu.

Meşrutiyet yıllarında milli edebiyatın ve milliyet fikirlerinin gelişmeye başlaması ondaki bu eksikliği sürekli hatırlatmıştı. Bu konuların şakası bile Ahmet Haşim'i çileden çıkarmaya yetmekteydi. 

Çocukluğuna ait hasta annesi ve onu küçük yaşta kaybetmesi ile ilgili şuur altındaki anıları, zaman zaman sosyal çevre ile anlaşamayarak kendi iç dünyasına çekilmesinde etkenlerden biri olmuştu.:

İşte ruh dünyasının açık seçik görünüşü: Halep çıbanıyla yaralanmış olan yüzü, Ahmet Haşim'in kendisini çirkin sanmasına ve beğenmemesine neden olmuştu. Çirkinlik vehmi cesaretini kırdı. Kadınlara karşı aktif olamadı.

Ahmet Haşim'in ruh halini anlayabilmek için bazı anekdotlar vermek istiyoruz:

O'na takılmayı seven muziplerden birisi "Ahmet Haşim" demiş. "Siz son devir edebiyatımızın en parlak simasısınız. Bütün arkadaşlarınız memleketin en yüksek mevkilerine geçtiği halde, siz hala bir lisede öğretmenlik etmektesiniz...”

Bu şaka, Haşim'i çileden çıkarmış. Aylarca kükretip, kıvrandırmış. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na yazdığı mektupta şu satırlara yer vermiş:

"Ben mezbeleye atılmış bir abide gibiyim. Benim şahsımda, sanatın ve edebiyatın ezeli kutsiyeti bir küfre heder olmuştur. Bunun günahı hepinize ve bütün memlekete raci değil midir?"        

Dr. Nuri Fehmi, Haşim'in yalnızlıktan duyduğu üzüntüyü ve acıyı‎ en çok dinleyenlerden biriydi. Onun ruh dünyasını anlatmıştı:

“Uzun süre kin tutmazdı‎. Kızar, küser ancak, çabuk bar‎‏‎ışırdı. Ömrü orta bir refahla geçti. Müsrif denecek kadar cömertti. En büyük zevklerinden birisi dostları ile birlikte yemek yemekti. Haşim'in mütevazı sofrasında her gün birkaç arkadaşını bulmak mümkündü.

Güzel yapılmış‏ yemekler onun nazarında birer sanat eseriydi. O'na göre insan hayatında ve medeniyetinde mutfağın rolü, kütüphaneden az‎ değildi.

Yemeklerden en çok domates yemeğini ve domatesli pilav‎ severdi. Meyvelerden kavunu, içkilerden buzlu suyu tercih ederdi. İki yıl öncesine kadar içki ve tütünü pek az miktarda kullanırdı‎.  Çayı‎ kendi eliyle hazırlar ve misafirlerine ikram ederdi.

Çabuk yazmazdı‎, bir makaleyi bir iki günden evvel bitirmezdi. Yazdığını‎ birçok defalar siler, değiştirir ve düzeltirdi. Bilhassa imla işaretlerine önem verirdi. El yazısı‎ güzel ve okunaklıydı‎. ... Zannedersiniz ki cepleri işitilmemiş espri ve istiarelerle doludur. Hele birini hicvetmek istediği zaman dünyanın en güzel ve orijinal sözlerini bulur söylerdi.