Futbol camiasının ünlü isimlerini de içerisine alan büyük çaplı bir dolandırıcılık olayı, tabiri caiz ise gündeme bomba gibi düştü.

Yargıya intikal eden olayda iddiaya göre; Seçil Erzan adında bir banka müdürü, “bir fon oluşturulduğunu ve yüksek kazanç sağlayacaklarını” söyleyerek, Fatih Terim, Arda Turan, Emre Belözoğlu, Emre Çolak, Semih Kaya gibi tanınmış isimler dahil birçok futbolcuyu kapsayan bir dolandırıcılık operasyonu gerçekleştirdi. Geçmişteki benzer örneklerine baktığımızda bu olay, Ponzi sistemi kullanılarak gerçekleştirilmiş gibi görünüyor. Bu gibi olaylar gündeme geldiğinde hemen herkes farklı açılardan yaklaşır, kimi “gözünüzü toprak doyursun” der, kimi “bu kadar aptal olunabilir mi” diye düşünür vs. Ben ise, gerek olayın özünü anlayabilmek gerekse bir daha yaşanmasını engelleyebilmek için, bu tür olayların arkasındaki ortam, motivasyon, cesaret, tenezzül gibi genelde değinilmeyen taraflara odaklanılmasının daha doğru olduğunu düşünürüm. Düşünsenize… Mevcut ekonomik sistem döviz mevduatınıza 40 günde %1 kazanç bile vadedemezken, biri size 40 günde %25 kar vadediyor, yani “4 milyon ver ve 40 gün sonra 5 milyon al” diyor, milyonlarca dolarınızı verip tek bir makbuz dahi istemiyorsunuz… “Hırsızın hiç mi suçu yok” sorusunu sizden önce kendime sordum fakat işin içine mevcut ekonomik sistemin dışına çıkmak, çantalar içerisinde milyonlarca dolar taşımak falan girip mevzu açgözlülük kurbanı olmanın ötesine geçerek sistemden kaçmak (kara para) noktasına gelince bir duraksadım. İrdeleyelim.

Ponzi yöntemi / sistemi

Ponzi sistemi, yatırımcılara yüksek getiri vaadiyle yeni yatırımların gerçekleştirilmesi üzerine kurulu bir dolandırıcılık modeli. Bu sistemde önceki yatırımcıların getirileri yeni katılımcılara dağıtılır ve bu şekilde sürekli olarak yeni yatırımcılar çekilerek piramit benzeri bir yapı oluşturulur. Yani bizim dilimizdeki saadet zinciri. Ancak bu model sürdürülebilir değildir çünkü sürekli olarak yeni yatırımcılar bulunmadıkça sistem çöker. Olayın özü şu; kimse hiçbir iş yapmaz, hiçbir ürün, hizmet veya değer üretilmez, sisteme kaç kişinin veya kaç liranın katılımını sağlarsanız ona oranla bir kazanç elde edersiniz, yeni katılım sağlanamadığında sistem kaçınılmaz olarak çöker, kimileri sisteme erken katılıp birçok kişiyi sisteme kattığı için kazançlı çıkar, kimileri verdiği tüm parayı kaybeder ve her zaman olduğu gibi kasa kazanır.

Ülkemizde Titan ve Çiftlikbank gibi birçok örneği bulunan Ponzi dolandırıcılığının bilinen ilk örneği, 1920'lerde Amerika'da yaşanan ve yönteme adını veren Charles Ponzi vakası. Ardından dünyanın çeşitli yerlerinde birçok vaka yaşanmış ve maalesef bizim gibi ülkelerde ve toplumlarda çeşitlilik oldukça artmıştır.

Açgözlülüğün rolü

Bu tür dolandırıcılık olaylarında açgözlülük önemli bir rol oynuyor. Yatırımcılar belirli bir dönemde çok yüksek getiri vaadiyle kandırılarak mantıklı düşünme yeteneklerini kaybediyorlar. Ünlü isimlerin de bu tür dolandırıcılıklara düşmesi, genellikle güvenilirlik ve popülerlik algısına dayanıyor. Bir nevi “ikarus sendromu” yani “tüm ülke beni tanır, bana bir şey olmaz, bana yapamazlar” algısı. Muhakkak birçok farklı faktörü içerse de açgözlülük, bu tip Ponzi yöntemlerine karşı savunmasız kılan temel faktörlerden.

Sistem dışına tenezzül ve cesaret

Ponzi dolandırıcılığı, genellikle sistem dışı parayı çekmeyi ve gizlemeyi içerir. Bu, yatırımcıların yani dolandırılanların paralarının nerede kullanıldığını takip etmelerini zorlaştırır ve dolandırıcılar için kaçma fırsatları yaratır. Sistem dışı para kullanımı ise yatırımcıların dolandırıcılığı tespit etmelerini ve zararlarını telafi etmelerini daha da zorlaştırır. Yani (istisnalar dışında) dolandırıcı da dolandırılan da, paranın mevcut ekonomik sistem dışına çıkarıldığının farkındadır ve gönüllüdür. Bu açıdan bakıldığında ise karşımıza daha ciddi sorular ve sorunlar çıkar. Milyonlarca doları olan insanlar sistemin dışına çıkmaya neden tenezzül ederler, nasıl cesaret ederler, sistem dışına daha önce de çıkmışlar mıdır, yoksa bu servetlerinin bir kısmı sistem dışından mı gelmektedir, işin vergi boyutu hukuki bir yaptırım gerektirmez mi?.. Sorular bitmez ve içinden çıkılmaz. Hırsıza hırsız diyelim ve kanun önünde hesap vermesini talep edelim. Mağdurların hakkını teslim edelim, kurban olduklarını kabul edelim ve kayıplarına üzülelim. Ancak bu açgözlülüğün, cesaretin ve aptallığın kökenine dair yapısal gereksinimleri görmezden gelmeyelim.

Namıdiğer Sülün Osman’a mahkemede “bunca garibanı dolandırmaya utanmıyor musun” diye sormuşlar, “o an onlar beni dolandırmaya, üç kuruşa koca boğaz köprüsünü elimden almaya çalışıyorlardı” demiş. Anlayana…