Faruk Nafiz Çamlıbel, beklentilerine karşın, Millî Eğitim Bakanlığınca Avrupa’ya gönderilmemişti. Anadolu’ya geçtiği andan itibaren içinde milletvekili olmak arzusu vardı. Yaptığı hizmetlere karşılık milletvekilliğini kendisi için kazanılmış bir hak olarak görüyordu. 1931 seçimlerinde beklentilerini bulamadı. Kırgındı.
Hükümet tarafından kendisine sipariş edilen “Akın”, “Öz Yurt” ve “Kahraman” adlı piyeslerini bitirmek zorundaydı. Ancak 1935 seçimlerinden de eli boş dönünce, bütün ümitlerini kaybetmişti. Uzun süredir devam eden suskunluğunu bozdu. “İğneleyici” şiirler de yazmaya başladı.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in 1946 yılında başlayan parlamenterlik hayatı 27 Mayıs 1960 ihtilâlına kadar devam etti. Bu ihtilâlda, aynı partiden diğer milletvekilleriyle birlikte Yassıada’ya gönderildi.
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan;
Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan.
Türk’üz, cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz; Türk önde, Türk ileri!...
Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız:
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk’üz, bütün başlardan üstün olan başımız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra da varız.
Çizerek kanımızla öz yurdun haritasını;
Dindirdik memleketin yıllar süren yasını.
Bütünledik her yönden istiklâl kavgasını;
Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını!
Örnektir milletlere açtığımız yeni iz
İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kütleyiz.
Uyduk görüşte bilgi, gidişte ülküye biz,
Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.
Türk’üz, cumhuriyetin göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz; Türk önde, Türk ileri!...
Cumhuriyet’in onuncu yıl coşkusuna 1933 yılında, Behçet Kemal Çağlar’la “Onuncu Yıl Marşı”ını yazarak katılmışlardı. Güftesini yazdıkları marş yıllarca dillerden düşmemişti. Yassıada’da tutuklu olduğu zamanlarda da günümüzde olduğu gibi dillerden düşmüyordu. Ama o “Vatan’a ihanet” etmiş gibi Haziran 1960’dan Eylül 1961’e kadar zindanda kalmış, maddi manevi işkenceye uğramıştı.
Faruk Nafiz Çamlıbel, ünlü “Yassıada Mahkemesi” sonunda suçsuz görülerek beraat etmişti.
Bu ibretli olaydan sonra politikaya devam etmedi. 27 Mayıs 1960 darbesi ve yaşadıklarından dolayı karamsarlığa düştü. Arnavutköy’deki evinde adeta inzivaya çekildi.
Yassıada’da arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı, zulmü, baskıyı, acıyı çok kuvvetli, bir o kadar da anlamlı şiirlere, dörtlükleri döktü.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Azize hanımla evliydi, Yeliz adında bir kızı ve Okyay adında oğlu vardı. Azize Hanım amansız bir hastalıktan ani vefat edince Faruk Nafiz Çamlıbel sarsıldı. Hayatını paylaştığı karısının ölümü üzerine, dinlerken içimizi titreten sözleri yazmıştı. Alâeddin Yavaşça da bu güfteyi hicaz makamında bestelemişti.
“Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Bir yer ki, sevenler sevilenlerden eser yok!
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok
Bir yer ki sevenler sevilenlerden eser yok!”
Faruk Nafiz Çamlıbel 8 Kasım 1973 tarihinde çıktığı yurt gezisinde, Akdeniz sularında seyreden Samsun vapurunda kalp yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti. 11 Kasım Pazar günü Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi.
Faruk Nafiz Çamlıbel, roman, tiyatro ve mizah yazarıydı. Ama hepsinden önce şairdi. Hem de Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatının en önemli şairlerinden biriydi. O Cumhuriyet nesline şiir zevkini tattırdı. Özellikle “Kurtuluş Savaşı”nı izleyen yıllarda türlü dergilerde yayınlanan vatan sevgisi şiirleriyle genç neslin gönüllerinde millî coşkular uyandırmıştı. Dilindeki pürüzsüz ve ahenkli söyleyişle devrinin eski, yeni birçok şairini etkilemişti. Bu genç şairleri yıllarca peşinden sürüklemişti. Türk şiiri için, ömür boyu durmadan, dinlenmeden emek verdi.