Zühre yıldızına Anadolu'da kervankıran derler. Kırgız Türkleri de "Kervan Culduz" demişler. Osmanlılar, gece ile şafak arasındaki zamana "erte" adını verdikleri için çoğu yerde "erte yıldızı" adını da almış. Gece ile şafak arasında doğan, şafağın sökeceğini müjdeleyen bu yıldız; tan yıldızı, çoban yıldızı, sarı yıldız, mavi yıldız adlarıyla da anılıyor.  Bir söylenceye göre bu yıldızın erken doğması yüzünden gece yarısı yola çıkan kervan, haydutlar tarafından yok edilmiş. Bu olay üzerine halk türküler yakmış. Bir başka varyantı şöyle:

Yüzyıllar önce, Halep'ten mal getiren Sivaslı kervancılar, uzun süre baba ocağından, eşinden, çocuklarından ayrılardı. Kuş olup, kanatlanıp bir an önce Sivas'a ulaşmak çabasındaydılar. İçlerinde nişanlı bir genç vardı. Yavuklusunun hayaliyle yanıp tutuşuyor, onun yadigârı mendili göğsünde taşıyordu.

Kervancılar, kışın yola çıkarken, baharda Sivas'a ulaşacaklarını hesaplamışlardı. Cemrelerin düşüp, havanın, suyun toprağın ısınacağını, kar çiçeklerinin onları karşılayacağını ummuşlardı. Ancak yanılmışlardı.  Bir yıkık dökük hana kendilerini zor atmışlardı. Burada geceleyecek, tan vakti yola düşerek bir gün sonra da Sivas'ta olacaklardı.

Onca yol yorgunluğunun etkisiyle bir süre sonra uyuya kalmışlardı. Yalnız içlerinde biri vardı ki, onun gözüne uyku girmiyor, bir an önce yola devam etmek istiyordu. O nişanlı gençti. Gözleri gökyüzündeydi. Çünkü gün ışımadan, şafağın sökeceği yerde bir yıldız doğardı ki, bu yıldız görülünce, kervancılar yola çıkardı. Sonundu doğuda bir sarı yıldız gördü. Genç nişanlı, coşkuyla uyuyanlara bağırdı:

"Sarı yıldız, mavi yıldız!"

Kervancılar davrandılar. Hayvanlara mallarını yüklediler. Karın savurmakta olduğuna aldırmadan yola çıktılar. Bizim delikanlı, herkesten önde gidiyordu. Boyunca yükselmiş karın üzerinde güçlükle yol alıyor, yoruluyor, yavaşlıyordu. Kar, arada bir duruyor, sarı yıldızın parıltısı karların üzerinde yansıyordu. Ama bir tuhaflık vardı. Birkaç saat geçmişti. Sarı yıldızın artık kaybolması ve tan yerinin ağarması gerekiyordu. Doğacak günden hiç bir belirti yoktu. Bu tuhaflığı kervancılar birbirlerine söylemeye başlamışlardı. Kimisi:

"Her hâl uykudan ayıkamadığımızdan zamanı şaşırdık. Şimdi gün doğar." diyorlardı da hiçbirinin aklına bunun yalancı tan yıldızı olacağı gelmiyordu. Derken, bir tipi başladı. Savrulan karlar yüzlerine kamçı gibi çarpıyordu. Göz gözü görmüyordu, hayvanlar yürüyemiyordu. Deneyimli kervancılar biraz sonra gerçeği anladılar ama artık iş işten geçmişti. Yola devam etmeleri de geri dönmeleri de imkânsızdı. Tipinin uğultusunda beş yüz metre ileride olan nişanlı delikanlıya, seslerini duyurmaları da mümkün değildi. Yollarını şaşırmış gide gide "Kervankıran" diye anılan yere varmışlardı.. Tipi öyle şiddetlenmişti ki, sarı yıldız onları görüyor, olanı biteni seyrediyordu ama kervancılar artık hiç kimseyi göremiyorlardı. Günün yavaş yavaş karşı dağların arkasından yüzünü göstermeye başladığını da göremediler.

Biz diyelim iki, siz deyin üç hafta sonra, karlar erimeye, Sivas ellerinin gülü yaprağı açmaya başlayınca, Kervankıran'dan geçen ilk kervanlar, kendilerinden önce olan bitenleri gördüler, gözyaşları döktüler. Nişanlı genç delikanlı, hepsinden ileride, toprağa boylu boyunca uzanmış ve atının dizginlerini sıkı sıkı tutmaktaydı.

İşte o günden sonra, yüreği yananlar, veryansın etti Kervankıran'a ve o günden sonra adına Kervankıran denen sarı yıldıza... Türküler yakmışlardı ölenlerin ardından... Yurdun çeşitli yörelerinde değişik varyantlarıyla türküleşti

Kerem ile Aslı hikâyesinde bir başka varyantı var ki, duygulanırsınız. Nu da bir başka yazımda aktarayım.

Yıldızlarla ilgili atasözü ve deyimlerde astrolojinin etkisi var. İyi ve düzenli biçimde geçinir olanlara "yıldızı barışık", şansı açık olanlara "yıldızı parlak", gözden düşenlere "yıldızı sönük", nazara gelenlere "yıldızı alçak" derler. Gökte yıldızın kayması, o yıldızın sahibinin öldüğüne yorumlanır. Kuyruklu yıldızın görünmesini ise felaket habercisi sayarlar.