Dünkü yazımda Yörükler hakkında geçmişten bugüne genel bilgiler verdim. Bugün Yörük yayla ve oba çadırlarının özelliklerinden söz etmeye çalışacağım: 

Anadolu' da Yörükler üç türlü çadır kullanırlar.  Bunlardan biri "Kara Çadır" adını alır. Bunlara "Kıl Çadır", "Çul Çadır" da denir. Bir başka tür "Keçe Ev"dir ki, Alaçık, Alıcık adlarıyla da anılır. Üçüncü yerleşim şekli "Topağ Ev"dir. Topak Ev, Bekdik Çadırı, Derim Ev adlarıyla da anılır. 

Kara Çadır keçi kılının ıstar denen dokuma tezgahında dokunmasıyla yapılıp tek katlı, uzunca bir ev biçimindedir. Anadolu' da Manisa ve Kütahya' dan Adana ve Maraş' a kadar Kıl Çadırlar kullanılmaktadır.

Çadır çok kutludur, saygılıdır, dualıdır. Çadır için ataların duası denir. Bu sarsılmaz inanışı ocak ve atalar kültürünün devamı olarak düşünebiliriz. Çadıra kıtlık, bereketsizlik gelmez. Bir kurban kesip dua etmeden yeni çadıra girilmez. Türkiye'nin dört tarafında Türk aşiretleri ufak farklar dışında aynı maddi kültüre sahiptirler. Bu da onların bir orijin, bir kültür ve bir medeniyetten geldiklerini gösterir.

Birkaç Yörük Atasözü sıralayalım:

Aksi giderse yiğidin işi, gaymak yerke çıkar dişi. (Sarıkeçili) 
Tarlada izi olanın harmanda yüzü olur. (Avşarlar)
Gayret imanın yarısıdır. (Honamlı)
Deh demeden yürüyen at,
Buyurmadan dutan evlat,
Bir de eyi çıktı mı avrat,
Nedeceksin düğünü, Nedeceksin bayramı,
Gir oyna, çık oyna.
Hababam ha yürümez at,
Bir kaşık su vermez evlat,
Bir de dirliksiz çıktı mı avrat,
Nedeceksin ölümü,
Gir ağla, çık ağla.

Üç kıtaya hükmetmiş Osmanlı'nın ruhunu milli birlik ve bütünlüğümüzü bu tür şölenlerle yakalayacağımıza inanıyoruz. Gene böylesi toplantılarda, böylesi tertip edilmiş muazzam şölenlerde; Adriyatik' ten Çin Seddi' ne kadar Türk' ün gür sesinin duyurulması, Türk' ün sözünün geçmesi ortak ülküsünü dile getirmek zorundayız. 

Söğüt Şenliklerinde her yıl geleneksel olarak dağıtılan "Şifalı Bulgur"un tarihçesinden de söz etmek gerekir. 

Bu olay 730 yıl öncesinden gelmektedir. Şifalı bulgurun tarihçesini anlatmak için önce bir Hayme Ana'dan söz edelim. Hayme Ana Ertuğrul Gazi'nin annesi, Osman Gazi'nin ninesidir. Anadolu'nun Türkleşmesinde katkıları büyüktür.

Hayme Ana ilerlemiş yaşına rağmen dur durak bilmeden çalışıyordu. Pınarlara, derelere, tepelere, Türkçe isimler veriyor. Doğumlarda ebelik yapıyordu. Sanki annelere "Daha fazla çocuk, daha fazla güç" dercesine doğumları teşvik ediyordu.

Hayme Ana büyük bir hedefe hazırlanıyor gibiydi. Namazlarında uzun dualar ediyor "Oğullarımız uzasın, dal budak salsın. Öyle çoğalalım ki, Çarşamba Yaylası bizi almasın"  diyordu. Yıllar geçti, Hayme Ana Osman Gazinin doğumundan sonra 3-5 yıl daha yaşadı. Belki de torununun Cihangirlik ülküsünü kazanmasına yardımcı oldu.

Bir yayla dönüşü Hayme Ana rahatsızlanır. Bütün obayı bir telaş alır. Bütün herkes tarafında çok sevilen Hayme Ana' nın rahatsızlığı git gide artar. Erenler Kuran okumaya başlar. Hayme Ana son bir defa etrafındakilere bakar. Kara Osman'ı getirmelerini ister. Onu doyasıya öper, Kelime-i Şahadet getirir ve ruhunu teslim eder. Oba büyük bir yasa bürünür. Hayme Ana' nın mezarı çadırının olduğu yere kazılır. Çevre obalardan Kayı - Avşar - Dodurga - Kınık... Bütün Türkmen oğuz boyları cenazede bir araya gelir dualar yapılır. Ertuğrul Gazi, annesi için bizzat kendisi etli bulgur pilavı dağıtır. Daha sonra bu davranış gelenek haline gelir. Bu gelenek 720 yıldır devam ettirilmiştir. Karakeçili Aşireti Hayme Ana' yı "Aşiret Anası", Ertuğrul Bey' i ise "Büyük Ata" kabul ederler. Her yıl yayladan iniş zamanı olan Eylül ayında Hayme Ana'nın hatırası için Söğüt' te yapılan şenliklerde etli bulgur pilavı dağıtılır.

Yarınki yazımda Yörük tarihinden ANADOLU adının nereden geldiğini nakledeceğim.