Mehmet Rauf, İstanbul’da doğdu. Soğuk Çeşme Askeri Rüştiye’sini ve Bahriye Mektebi’ni bitirdi. Bir süre subaylık yaptıktan sonra, 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra bu görevinden ayrıldı. Hayatını yazarlıkla kazanmaya başladı. 1923’ ten sonra da ticaretle uğraşmaya başladı. Küçük yaşlarda iken edebiyata merak sarmıştı. Birçok eser yazdı, çeviri yaptı. Servet-i fünun hareketine katıldı.

Mehmet Rauf’un “Eylül” romanı, ruhsal çözümlemelerde çok başarılı sayılır. Şahısların psikolojilerini okuyucuya aktarır.

Eylül, Mehmet Rauf’un romanını hatırlatır bana.

Arthur Rımbaut’a kulak verelim:

“BAŞIBOŞLUĞUM – Arthur Rimbaud

 Esin Perim yırtık ceplerimde eller

 Üstümde gök paltom o biçim haliyle

 Kırlarda özgür başıboş yürürken böyle

 Sorma bana! Neler geçmedi içimden neler!

 Han’ım Büyük Ayı pantolonumun kıçında

 Koca bir delik. Yıldızlar altında gezerek

 Dizeler yazıyordum sayıp heceleri tek tek

 Ben kırların Parmak Çocuğu düşler içinde.

 O tatlı eylül akşamları yol kıyısına

 Çöküp kulak veriyordum yıldızların sesine

 Sert bir şarap gibi alnımda çiy damlaları.

Kırlarda koşmalar söyleyen ozan sazıydım

 Tel gibi çekiyordum yırtık çoraplarımı

Sokulmuş yüreğime doğru küçük ayağım.”

Bir eylül akşamında yıldızların sesine kulak vermek… Şairane bir duygu olsa gerek. Şairane duygu şairlere özgü olmalı. Cahit Külebi; “Sonbahar geliyor serçe/ Yuvanı nereye yapacaksın?” diye, hoyrat esecek rüzgârların altında ıslanacak serçeyi düşünedursun, Atillâ İlhan başka duygular içinde: “nasıl iş bu

her yanına çiçek yağmış

erik ağacının

ışık içinde yüzüyor

neresinden baksan

  gözlerin kamaşır

oysa ben akşam olmuşum

yapraklarım dökülüyor

usul usul

  adım sonbahar…”

Munis Faik Ozansoy, güllerle hazanın buluşmasını dizelere dökmüş:

“Güller ki bütün mevsim, usanmış kanamaktan,

Güller ki bakıp yollara beklerdi hazanı,

Güller gibi aylarca hayal ettim uzaktan,

Yaprakların altın gibi savrulduğu anı.

......”

“Klasik şiirimizde, baharın coşkun iklimi içinde daima güzel ve gösterişli olan gül, yaşadığı mevsimden usanmış, adeta bülbül gibi kanamakta ve bir bitişi, hatta bir anlamda ölümü çağrıştıran hazanı beklemektedir ve Şair, gülün bu usanmış haliyle kendi duruşu arasında bir ortaklık kurar. Şimdi her ikisi için de, yaprakların altın gibi savrulduğu mevsimi bekleme zamanıdır. Şair, dünya hayatının sonluluğunu, ölümsüz bir güzellik gibi sunulan gül motifini kullanarak anlatmaya çalışır. Dolayısıyla, geleneksel anlatının sembollerinden hareketle, ölümlü/ölümsüz zıtlığının ortaya çıkardığı çarpıcı etkiye ulaşılmış olur. Şairin, sonbaharın çağrıştırdığı hüzün duygusunu ele alışı da geleneksel sembolizm kaynaklıdır. ‘Ölen Sevgiliye’ şiirinde geçen Sonbahar ağladı mevsim boyu, yaprak yaprak…. dizelerinde zamanın karşı konulamaz akışı, sonbaharın gelişi, sevgilinin ölümüne bağlanır. Sonbahar hüzünle seyredilirken; yağan yağmurlar, dökülen yapraklar ölen sevgili için dökülen gözyaşlarını imler. Gerçeği olduğu gibi vermek yerine, hayali bir nedenin üretildiği bu hüzün tablosunda, geleneksel semboller yerlerini alırlar…..”( Munis Faik Ozansoy’un Şiirinde Sembol ve İmge- Gülsemin HAZER)