Geçen yıl aynı günlerde komşularım bir bir kışlıklarına dönerken Rıza Tevfik’in “Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok” mısraını dilimden düşürmüyordum:

“…….

Uçun kuşlar uçun! Burda vefa yok!

 Öyle akar sular, öyle hava yok!

 Feryadıma karşı aks-i şada yok!

 Bu yangın yerinde soğuk kül vardır.

 Hey Rıza, kederin başından aşkın,

 Bitip tükenmiyor elem-i aşkın.

 Sende -derya gibi- dâima taşkın,

 Dâima çalkanır bir gönül vardır!”

 Son günlerde sahile indiğimde Cenap Şehabettin’in “Elhân-ı Şita”sından bir bölümü hatırlıyordum:  

“…Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar; /  Küçücük, ser-sefîd baykuşlar /  gibi kar /  Sizi dallarda, lânelerde arar. /  Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân, / Şimdi boş kaldı serteser yuvalar;  /  Yuvalarda -yetîm-i bî-efgan!  / Son kalan mâi tüyleri kovalar /  karlar  /  Ki havâda uçar uçar ağlar!”  Genç arkadaşlarıma günümüz Türkçe’siyle aktarayım: “Gittiniz, gittiniz siz ey kuşlar / Şimdi boş kaldı baştan başa yuvalar, / Yuvalarda feryatsız yetim / Son kalan mavi tüyleri kovarlar / karlar / Ki havada uçar uçar ağlar…”

Bir iki ay önce iğne atsınız yere düşmeyen kumsal terk edilmiş üç beş şezlong, şemsiye benzeri eşyaların dışında bom boş. Bir lokma yiyecek için peşinizden koşan kediler, köpekler ve birbirinden güzel ve tatlı yavruları. “Ben buradayım” der gibi kuyruklarıyla bacağınıza dokunuveriyorlar. Birkaç hafta önce elden düşmez, okşanır sevilirken, aileleri sokağa terk edip gitmişler. İnsanın içi parçalanıyor. Ama her birine yetmeniz imkânsız. Bir iki ay sonra güçlüler ve Kazdağlarından sahile inen sansarlar tarafından parçalanacaklar. Bunu bilmek ayrı bir keder kaynağı. Tekrar dönecek miyiz bu sahillere kim bilir? Yahya Kemal’in şiiri bir başka hüzün veriyor: “Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor; / Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor. // Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile, / Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile…”

Köyde son dört günüm kalmıştı. Sabah sahile indim. Kimseler yok. Deniz dingin. Serçelerden ses yok. Derin bir nefes alıp, gözlerimi kapadım. Bin bir anının yumağını sarmaktayım. Sağdan soldan bölük pörçük dizeler uçuşuyor. Ah ömrüm ömrüm… Fırtınalar kasırgalar mı yaşanmadı. Yanmadı kavrulmadı mı sanırsınız cayır cayır. Çıngı çıngı şimşekler mi çakmadı. Yıldırımlar mı düşmedi gönül evine?  O gönül ki; gün olmuş, kaptırmış kendini melankoli seline; gün oldu kelebekler gibi pır pır… O çiçekten bu çiçeğe uçtu.

Duygular denizi süt liman şimdi. Sessiz, korkulu bekleyişte. Omuzlarımda bir kuru soğuk. Onca iniş çıkışların yorgunu dizlerim. Eklem eklem yayılan sızı. Gözlerin feri mi kaçmış? Sus kalbim sus! Deniz uyanmasın.

O gün duygularımı Facebook’ta paylaştım. Bir birinden anlamlı ve moral depolayan onlarca yorum geldi.

Yazar kardeşim, Ahmet Kahveci “Bir dost olarak söyleyeyim ki daha çok denizin sesini dinleyin, kalbinizin değil. O, tik taklarıyla baş başa çalışmasını uzun yıllar sürdürsün,” diye yazmıştı.

Bacanağım Erdoğan Uzun şu dilekte bulunuyordu: “Denizi, kendi mavisine katılan doğanın yeşilliği ile meltemin serinliği yanında Eylül ve Ekim aylarında ki çalkantısını ninni melodisiyle anlatan yüreğinize sağlık. Bu güzelliklere bakan, gören ve anlatan sağlık uzun ömürler diliyorum.”

Yazlık komşum Hatice Özkalp’in umutları umutlarımla örtüşüyordu: “Her şey çok güzel, ömür deniz gibi kah dingin kah dalgalı. Akıp gidiyor zaman. Sağlıklı yarınlarda kavuşmaktır umutlar.. Ben de öyle umut ediyorum komşularım..”

Candan arkadaşım bayan İhsan Göktürk, güzelliklerden ayrılmanın insanı hüzünlendirdiğini yazarken tekrar dönmek umudu aşılıyordu.

Nilüfer İnaltong ise, “Biçilen ömrü kimse bilmez. Her günümüzü 20’li yılların coşkusuyla karşılayalım. Herşeyin ilacı moral,” diye eklemişti.

Bülent Özertürk’ün mesajı bir müzisyenin duygularıydı: “Ne güzel bir ruhsal yansıma dalgaların fonunda... Kendi deminde, kendi gönül tadında...Kendine özgü...”

Hülya Kaya ise “Hangi deniz sussun hocam, gönül denizi hiç susar mı? Susturmayın yaşayın ne kaldıysa...”

Gülsün Kaya, İsmail Karabiber, Fatma Baştural, Fatma Pekşen, Melahat Özdemir, Ali Hakkoymaz ve bir birinden değerli dostlarım, kardeşlerim o kadar güzel şeyler yazdılar ki, “Bademler çiçek Açtı” şiirinin finalini hatırlattı:

“…  Bin bir anıyla karışık, /  Dualı gecelere gebe gündüzler, /  Umutlar nasır tutmazmış meğer;  /  Dün emeklilik kararını almıştım gönlümün, /  Bu sabah uyandım ki; /  Bademler çiçek açmış!”