On dokuzuncu yüzyılın sonlarında doğmasına rağmen yirminci yüzyılda yaşayan halk şairlerimizden birisi de Talibi Coşkun’du. Asıl adı Hacı Bektaş olan Talibi, 1898 yılında o zamanlar Şarkışla'nın olan Tonus beldesinde (şimdi Altınyayla ilçesi) doğdu.
Ruhsatî ile uzaktan akraba oldukları söylenmekteydi. Küçük yaşta iken babası Seferberlikte şehit oldu. Ailesinin geçimi onun üzerine kaldığı için eğitim göremedi. Ancak sonraları okuyup yazmayı sökebildi.
Talibi Coşkun, on dört yaşındayken çobanlık yaptığı sırada öldüğü güne kadar dilinden düşürmediği Emine'yi rüyasında gördü. Şiire Emine'nin aşkı ile başladı. Emine, Talibi Coşkun’un deyimi ile Keklik Emine Taşlıhöyük köyündeki dayısının kızıydı.
İlkbahar gelince, Sivas ve çevresindeki köy kızları, kırlara evelik, yemlik, kuzukulağı, madımak gibi bitkileri devşirmeye çıkarlardı. Talibi bir gün dayısının köyüne giderken madımak toplamakta olan köyün kızlarını gördü. Bir süre onların söyledikleri türküyü dinledi.
Kızlar Talibi’yi görünce yanına geldiler ve her biri için bir türkü söylemesini istediler. Aralarında dayı kızı Emine de vardı. Sıra Emine'ye gelince ilk kez duygularını dile getirdi.
Nasip olsa gine gitsem yaylaya
Doya doya baksam suna boyluya
Senin için yalvarayım Mevla’ya
Belki seni bana yazar Yaradan
Seni gördüm evvel bahar yaz iken
O güzellik sende cilve naz iken
Güller gonca iken teller saz iken
Belki seni bana yazar Yaradan
Yüce dağ başında pınar gözüsün
Sürüden seçilmiş körpe kuzusun
Güzeller güzeli yayla kızısın
Belki seni bana yazar Yaradan
Ela göz üstüne eğmedir kaşı
Başına bağlamış telli bir poşu
Talibi Coşkun der bulunmaz eşi
Belki seni bana yazar Yaradan
Talibi derdine derman bulmuyor
Aşıklar dünyada murat almıyor
Bu zamanda dilek kabul olmuyor
Belki seni bana yazar Yaradan.
Talibi, gece gündüz Emine'si için şiirler söylemekteydi. Ama tedbiri de elden bırakmıyordu. Çünkü dayısından korkmaktaydı. Keklik Emine ile buluşmak için fırsatlar arar dururdu. En büyük engel, ayrı köylerde olmalarıydı. Öte yandan askerlik çağı da gelmişti. Çok geçmeden Kurtuluş savaşımızda gözünü budaktan esirgemeyen bir Türk askeri olmuştu. Konya'da Fahrettin Paşa komutasındaki Birinci Ordu'nun Beşinci Alayındaki son görevini yaparak köyüne döndüğünde yapayalnızdı.
Keklik Emine, akrabalarından biraz daha zengin birisi ile evlendirilmekteydi. Üstelik Talibi de sevdiği kızın düğününe davetliydi. Düğünden boynu bükük olarak evine döndü. Emine'nin başkasına yar olması zoruna gitmişti. O günden sonra sevgisini dışa vurmaya başladı. Dışa vuruş başına çok işler getirdi. Defalarca Keklik Emine'nin kocası tarafından şikâyet edildi. Defalarca yargılandı. Bu yargılanmalardan Talibi memnundu. Hiç olmazsa mahkeme kapılarında Emine'yi görebilmekteydi.
Bu gece yatarken gaflet halinde
Yine Emine'nin düşünü gördüm.
Çayıra oturmuş mendil elinde
Ağlamış gözünün yaşını gördüm.
Sabah oldu hep yürüdük kazaya
Bizi celp ettiler ağır cezaya
Hepimiz bir olduk durduk hizaya
Sağdan Emine'nin kaşını gördüm
Üçü birden içeriye girdiler
Huzuru hâkime karşı durdular.
Alelusul ifade verdiler
Uzattı boynunu başını gördüm.
Emine bilmez engini yüceyi
Beraber getirmiş öbür kocayı
Mübaşir yüzünden aldı peçeyi
Al dudak inci dişini gördüm.
İpek gibi elden ele üzülmüş,
Mercan gibi koldan kola düşülmüş
Yad el değmiş düğmeler çözülmüş
Ne kadar da beyaz döşünü gördüm.
Talibi der ifademiz kurtuldu.
Bugün yâri gördüm yürek yırtıldı
Üçü bir çıktılar kapı örtüldü
Sonraki bakmamda peşini gördüm.
Mahkemelerin arkasından ölüm tehditleri Talibi'yi köyünden ve kasabasından uzaklaştırdı.1938 yılından ölüm yılı olan 1976’ya kadar gurbette, ilden ile, ilçeden ilçeye, köyden köye gezdi. Amacı, gezdiği yerlerde Keklik Emine gibi bir güzel bularak evlenmek, ya da bir fırsatını bulur zengin olursa, dönüp sevgilisini geri almaktı.
Talibi Coşkun’un gurbet hayatı ıstıraplarla, yoksulluklarla acılarla geçti. Yıllarca bir kaşık çorbanın, rahat bir yatağın oturup kalacağı bir göz odanın hasretini çekti.
Güller açsam bağlar gibi
Gazel döksem çağlar gibi
Altın olsam dağlar gibi
Dönüp bana bakan olmaz
Kuş olup gezsem havayı
Arayıp bulsam yuvayı
Dünya’da kuru davayı
Benim gibi çalan olmaz.
Hazne dolu akçam olsa
Türlü kumaş bohçam olsa
Yalan dünya bahçam olsa
Benden bir gül alan olmaz.
Talihi der ki n'olurum
Mekânı nerde bulurum
Korkarım garip ölürüm
Cenazemi kılan olmaz.
YARINKİ YAZIMDA TALİBİ COŞKUN’UN UZUN İNCE YOLUNDAN GEÇİP SONUNA GELECEĞİM.