Diyorlar ki; memlekette, üniversite mezunları, ilkokul mezunlarının maaşını kıskanıyormuş. Okuyanın amelelik yaptığı tek ülkeymişiz. Beyaz yakalıların da iki yakası bir araya gelmiyormuş. Maaşları giderek asgari ücret seviyesine yaklaşıyormuş.

İyi bir üniversite bitirmiş, üstüne bir de yüksek lisans yapmış bankacı; maaşım net 35 bin lira diyor. Öte yandan ilkokul mezunu, kuryelik yapan bir genç 50 bin TL kazandığını söylüyor. Böyle haberlere şaşırmıyoruz artık. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun olmuş, pırıl pırıl genç mühendislerin kendi maaşlarını, bekçi maaşı ile kıyasladıklarını bizzat kendi kulaklarımla duydum.

Ergenlik fiziksel/bedensel, duygusal, bilişsel ve sosyal gelişmelerle ön plana çıkan ve bireyin başa çıkması gereken değişimlerin olduğu zorlu bir dönemdir. Sınav ülkemizde, çocukluk döneminden yetişkinliğe uzanan bu zorlu değişim evresinde, çocukların omuzlarına zor bir yük daha yüklenir.

Kaygı, stres, tedirginlik; sınav yılını yaşayan öğrencilerin ağırlıklı duygu durumudur. Ölçülü stres başarı getirir, gereklidir. Kişiyi ayık ve uyanık tutar. Aşırı stres; savaş ya da kaç alarmıdır, kişiyi bloke eder, aklın, bilginin, hafızanın önüne geçer. Toplumun onayını almanızı sağlayacak görece başarıyı yakalayamamışsanız, çevrenizdeki insanların ağzından; “geçmiş olsun, canın sağ olsun, tekrar denersin, aman canım dünyanın sonu mu, takma kafana” gibi, samimiyetsiz ama kolayca söylenen cümleler dökülür. Sınavı kazanamayan çocuk ya da genç bu cümleleri duymaz, duyduğu hissettiği gerçekte şudur; kazanamadın, başarısızsın sen, sessiz iletişimin asıl söylediği budur çünkü.  Çocuk ya da genç, bu etiketi alır, düşmüş omuzlarının üstüne koyar.

Lise son sınıf öğrencilerinin, üniversite sınavına yönelik, psikolojik sağlamlıklarını ölçmeye çalışan bir araştırmada 971 öğrenciye, üniversite sınavının ‘ne gibi’ olduğu sorulmuş ve metaforlarla açıklamaları istenmiştir. Katılımcılar tarafından 626 özgün metafor üretilmiştir. 271 öğrenci sınavı; fırsat/ umut kategorisinde değerlendirmiş; “Hayat, ışık, dönüm noktası, gelecek, yarış, başlangıç, güneş, kapı, pusula, köprü” metaforlarını üretmiş. 203 öğrenci sınavı tehdit olarak gördüğünü;  “korku, ateş, ölüm, bataklık, kabus, kanser, cehennem, deprem, korku filmi, Azrail, ecel” metaforlarıyla imgelemişler.317 öğrenci öfke/sitem kategorisinde tanımlama yapmış; “Bukalemun, oyuncak, hırsızlık, çorap, deneme tahtası, at yarışı, işkence, törpü, çöp, dönme dolap, stres, iğne, acı, kurt, stres topu, ip üstünde yürümek, uçurum, deniz, futbol, kumar, lağım çukuru” metaforlarını kullanmış. 30 kişi ise Nötr kategorisinde; “Su, çark, ağaç, aile, alkol, ateş, elektrik devresi, boş tarla, çiçek, hayat” metaforlarını üretmişlerdir. Sözü geçen her bir metaforik imgenin açıklamasına, çalışmada genişçe yer verilmiş. Ancak imgelerin çoğu açıklamaya ihtiyaç bile duymuyor, gördüğünüz gibi. Bu çalışmanın sonunda, öğrencilerin; %68.9’unun sınavı tehdit olarak gördüğü ortaya çıkmıştır. Sınavlara az bir zamanın kaldığı şu günlerde, öğrencilerin bu denli korkunç yakıştırmalar yaptığı sınavların sonunda onları ne bekliyor, kazanılıp bitirilen üniversitelerin sonunda, bu ülkede, gençlerin çoğunu bekleyen geçim sıkıntısıdır.

LGS sınavı 2 Haziran’da, YKS sınavları ise 8 ve 9 Haziran’da yapılacak. Daha bilgili, daha akıllı, daha üstün, daha zeki olduğunuza ya da olmadığınıza yine sınavlar karar verecek. "Ne kadarsınız?” sorusunun yanıtını, sınavlardan aldığınız sonuçlara bakıp avucunuza koyacaklar. Avucunuzdakini beğenirseniz gurur duyacaksınız kendinizle, hem siz hem aileniz. Beğenmezseniz, kendinizi değersiz hissedip, öz güven kaybı yaşayacaksınız. Çünkü toplum, bu sınavlara çok fazla önem atfediyor, toplumun bu sınavlara yönelik aşmak istediği bir aşağılık kompleksi var. Bu kompleksi aşmanın yolu ise, sizin sınavı kazanmanızdan geçiyor. Az gelişmişlik göstergesi bir durum bu. Bir çok ebeveyn, çocuğu, ‘okusun kendini kurtarsın’ isterken (ülkede, artık okumakla kendini kurtarmak da hayal oldu) bir yandan da sadece şu cümleyi, çevresindekilere söyleyebilmek için çocuğuna baskı yapıyor; “bizim çocuk üniversiteyi kazandı, bizim çocuk üniversitede okuyor.” Lisansla, ön lisansın farkını bile bilmeyen birçok anne baba, çocuğunu gönderdiği apartman üniversitenin, taksitlerini ödeyebilmek için bin bir zorluk yaşıyor. Herhangi bir mesleği hedeflemiş ama sınavdan aldığı puan o mesleğin okuluna yetmeyen birçok genç, hiç aklından geçmeyen bir bölüme, sırf açıkta kalmamak için, kimse ‘kazanamadı’ diyemesin diye, annesi babası “bizim çocuk kazandı” diyebilsin diye, kendini hiçbir zaman bulamayacağı, keşfedemeyeceği alakasız bölümlere kayıt yaptırıyor. Sonra o okul, ya bitirilemiyor ya da bitirilse bile iş bulunamıyor. Bambaşka işlerde çalışmak zorunda kalınıyor. Çünkü gerçek dünyaya yapılan sert dönüşün 1. Maddesi, yaşayabilmek için para kazanmak zorunda olunduğudur. 

 Kötü eğitim sistemiyle, farklı alanlarda yeteneklere sahip birçok çocuğun, yeteneklerini keşfetmeleri engelleniyor. Gökkuşağı gibi rengârenk çocuklar, körlerin elinde görülmeyi beklerken, renkleri soluyor, kayboluyor. Gençlik yılları, en değerli zamanları ve emekleri, toplumun ve sistemin itelediği çarkın içinde heba olup gidiyor.

Gelişmiş bir Avrupa ülkesine, örneğin Almanya’ya baktığımızda,  lise düzeyindeki eğitimde, teknik okulların oranı  %60-70 civarındadır. Sanayi ülkesi, ara teknik eleman yetiştirmenin gerekliliğinin gerçekçiliğiyle hareket edebilmektedir. Bizim ülkemizde de içeriği anlamını çoktan yitirmiş, ‘üniversite’ ‘kompleks’ olmaya devam edip, önemli sayıda gencimizi, içinden çıkılması güç girdabında çevirmeye devam ediyor.

Gençlerin sınavından kendi sınavımıza küçük bir geçiş yapmadan noktayı koymayalım. Hayatımız yıllardır, alttan aldığımız ama geçemediğimiz bir dersin sınavı olmuş. En zor integral sorularını çözenler, akışkanlar mekaniğinden AA alanlar, bir de; “asgari ücretle Türkiye’de nasıl geçinilir? Ya da  emekli maaşıyla bu ülkede nasıl geçinilir,” problemini de çözebilirler mi acaba? Maalesef, “allame-i cihan” olsanız da bazı problemler çözümsüz. Bulabilmişse, birkaç işte çalışmaya çalışanlar, kemerinde yeni delik açacak yer kalmayanlar, sabretmekten yorulmuş, solmuş olanlar, yani çoğumuz, çoğunluğumuz, ne hissediyoruz çözemediğimiz problemler karşısında. Körlerle yaşamaya devam etmeye sabrınız kaldı mı mesela? Ey körler, taş, sizinle yaşasa, çıtır çıtır ufalanır, kum olur sonra da rüzgarın önüne düşüp kaçmaya çalışırdı sizden.

Günün sonunda, ister üniversite okumaya hak kazansın ister kazanmasın, gençlerimiz, kum olup rüzgârın önünde uçup, kaçmayacaksa, yaşayacağı kürkçü dükkanı burası. Sınavlar, sizi başarılı ya da başarısız yapmaz. Gerçek başarı, kendini bulabilmek, iyi insan kalabilmek şu hayatta..