Düğüne gittiğimiz gün, yağmurlu bir pazar günüydü. Bir dostumun üç çocuğundan en büyüğünü evlendirdik o gün. Size de olur mu bilmem; düğünlerde gelinle damadın el ele, sahneye ilk çıkışı, ilk dansa başlamaları beni oldum olası çok duygulandırır.

Sevgiyle kenetlenen bu bir çift eli, nelerin beklediğini düşünürüm. Sağlık ve mutlulukla, beraberce yaşlanmalarını dilese de gönlüm, ceremesiz hayat olmadığını bilir, hüzünlenirim. Eşimle birlikte katıldığımız o düğün töreninde, gelinle damadın sahneye gelip dans etmeye başlamasıyla, sanki içimizde bir fırtına kopmuş, gözyaşlarımıza hakim olamamıştık. İki genç insan hayat arkadaşı olmuş, ömrün kalan yolunu birlikte yürümek için ellerini kenetlemişti. Onların mutlu günüydü, biz niye ağlıyorduk o halde!. Bir babanın ölümünün, bir annenin yalnızlığının, bir çocuğun babasızlığının tanığıydık çünkü. Yaşanan zorlukların, verilen mücadelelerin, üç çocuğa hem anne, hem baba nasıl olunur’un tanığıydık. Yaman dostum Leyla’nın hayatının tanığıydık, her şeyi biliyorduk. En azından bildiğimiz kadarı ağlamamıza yetmişti.

“Hayat arkadaşlığı” sözünü yalnızca evlilikler için değil dostluklar için de kullanmak evladır bence.  Neredeyse yirmi yıl önce, oturduğum dairenin alt katındaki daireye taşınmıştı Leyla. İlk konuşmamız balkondan balkona olmuştu, çamaşır asıyordu, tepesinden seslenmiştim. “Hoş geldiniz, güle güle oturun” diyerek başladığımız konuşmayla, tanış olmuş, üstelik hemşeri de çıkmıştık. Komşulukla başlayan dostluğumuz, aramızdaki şeyi zamanla, tanışlıktan, hayatlarımızın tanıklığına dönüştürdü. Yıllarca gece yarıları sessizce indik çıktık merdivenleri, halimizi de halsizliğimizi de paylaştık, kimseler duymadı, Cahit Külebi’nin “Dost” şiirindeki gibi; Bir gece habersiz bize gel/ Merdivenler gıcırdamasın,/ öyle yorgunum ki hiç sorma/ sen halimden anlarsın./ Sabahlara kadar oturup konuşalım/ kimse duymasın./ Mavi bir gökyüzümüz olsun,/ kanatlarımız dokunarak uçalım/ insanlardan buz gibi soğudum,/ işte yalnız sen varsın../ Öyle halsizim ki hiç sorma/ anlarsın..

Cicero; “Aslında dostluk, yeryüzündeki ve gökyüzündeki her şeyin karşılıklı iyi niyet ve şefkat hisleriyle uzlaşmasından başka bir şey değildir.” der. Cicero’nun dostu Tarentumlu Archytas ise; “Birisi göğe yükselerek evrenin doğasını ve yıldızların güzelliğini seyretseydi, bu manzara onda keyif veren bir hayranlık uyandırmazdı. Oysa yanında gördüklerini anlatacağı biri olsaydı, bu en güzel manzara olurdu.” der..

Hayatınızda çok sevindiğiniz ya da çok üzüldüğünüz önemli bir olay olduğunda, onu paylaşacak kimseniz yoksa, o olay zehir olur, içinizi yakar. Dostu olmayan bir insan ne yapar, nereye gider, nasıl yaşar? Suskunlaşır, umutsuzluklar içinde içine kapanır. Dostluk yaşamın elzem ihtiyacıdır, ilacıdır. Varoluşa tanıklıktır. Dostluk, sağlıklı bir şekilde var olabilmenin ön koşuludur. Varoluşunu, başka bir insanın ruhu ve kalbiyle tuttuğu aynada görebilmektir.

iki insan dostluk kurduğunda, iki can arasında bir yol oluşur. Yol, başlangıçta patikadır. Siz gidersiniz, o gelir, giderken ve gelirken basılan kuru otlar yan yatar, inceden bir hat oluşur.  İnsanın birbirine yaptığı yolculuklar çoğaldıkça patika yol, önce şoseye sonra da asfalta dönüşür. Sevinçte, kederde, dara düştüğünde, yılların örsünde döve döve birlikte oluşturduğunuz dostluk yolu sizi kavuşturur. Kaçıp sığındığınız insandır, hakkınızda kimselerin bilmediğini bilen sırdaştır dost. Herkes çekip gittiğinde, yanınızda kalandır, kardeşinizin duymadığını duyandır.

Nazım Hikmet nasıl yazmıştı dostluğu, şiirinde; Biz haber etmeden haberimizi alırsın,/ yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin./ Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sırrını bilirsin./ Namuslu bir kitap gibi güler, alnımızın terini silersin./ O gider, bu gider, şu gider,/Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın.

Dostluğun yıllara yayılan anı arşivi vardır. Anılar iki dostun zihninde, iki farklı sandığa, özenle katlanır,  iğne oyalı satenler, lavantalar, mis kokulu sabunlar arasında saklanan kıymetli eşyalar gibi saklanır. Sanırız ki, dostluk sandığımıza biz ne koymuşsak dostun sandığında da aynıları var. Bazen sürprizlerle karşılaşırız! Dostunuz kendi sandığını açar, içinden bir anı çıkarır, size anlatır, sizin tamamen unuttuğunuz, bir şekilde kendi sandığınıza eklememiş olduğunuz bir anıyı. Sevinç ve şaşkınlık karışımı bir duygu gelir size. Mıhlanmış gibi kalırsınız bir an. “Ben bunu tamamen unutmuşum.” dersiniz. İçinde sizin de olduğunuz ömür filminden bir kesiti yeniden hatırlamak, sevdiğiniz, kıymet verdiğiniz bir şeyi kaybedip bulduğunuzda nasıl sevindirirse öyle sevindirir sizi.

Dostluk her zaman oluş ve inşa sürecinde olan karşılıklı özen gösterilmesi gereken bir ilişkiyse de insan dostunun sözünden kolay kolay alınmaz. Birbirinizi öyle iyi tanır ve bilirsiniz ki sözlerin ardını görürsünüz, sessizliğin anlattığını duyarsınız. Paulo Coelho’nun; “Anlamak isteyen sesinden de anlar. Sessizliğin de!.” Dediği gibi..

“Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı/ Karlı bir gece vakti dostu uyandırmak” dizeleri İsmet Özel’e aittir. Bu denli heyecan nedendir; Ahde vefadır dostluk. Sözleşmeler hukukunun ilkelerinden biri “ahde vefa” ilkesidir. Bu ilkeye göre sözleşmenin tarafları her durumda sözleşmeye riayet etmeli, ona sadık kalmalıdır. Dostlukların da yazıya dökülmemiş, kalplere işlenmiş ahde vefa ilkesi, sadakati vardır. Hayatlar değişse, araya yollar ve yıllar girse de kavuştuğunuzda kaldığınız yerden devam edebilmenizin nedeni, dostluğun ahde vefa mührünün kalpte baki olmasıdır. Uzun zaman sonra, varoluşunun tanığı dostuna kavuşacaksan, sevincin heyecanın yumak olur, birbirine dolanır elbette.

Aslında, arkadaş ve dost sözcükleri eş anlamlı. “Dost” sözcüğü Farsça, “arkadaş” sözcüğü Türkçe.  Ama zaman içinde bu iki sözcüğe anlam bakımından, aynı ağacın kökünden gelen iki farklı dal muamelesi yapmışız. Dostluğu daha derin bir ilişki ve uzun süreli bir bağ ile ilişkilendirip arkadaşlığı daha yüzeysel bir bağlamda anlamlandırmışız.

Sevgili dostlarım, iki güzel ozanımızın dizeleriyle bitirelim bugün, dostluk yazımızı;

Pir Sultan Abdal’ım dağlar aşalım,/ Aşalım da dost iline düşelim,/ Çok nimetin yedim helallaşalım./ Geçti dost kervanı, eyleme beni.

Aşık Veysel’den;

Ben giderim adım kalır, dostlar beni hatırlasın…