Şiir kimimiz için bir tutku. Kadını sever gibi. İçkiyi sever gibi. Sigarayı parmaklarına kahverengi izlerle yapıştırır gibi. Kimimiz için bir "soluk". Bazen bir yaşam biçimi. Kimimizin yaşlı gözlerden akıttığı yaşların toplandığı bir kap. 

Bir martının uçuşu, denizin köpüğüdür. Boğaziçi'nde dinmiş lodosların uğultusu içinde bir yalı. Bir ananın çocuklarının dönüşünü bekleyişi. Bir bulut, bir vapur düdüğü. Bir liseli kız. Bir ut bir tambur, bir keman. Ekmek kavgası, ekmek kaygısı.

Hasılı şiir, hayatın özüdür, kendisidir. 

Bir küçük istasyondur. Giden gemi, sallanan bir mendildir. Hayallerimizdir. Rüyalarımızdır. Gençliğimiz, yenilgilerimiz, hüsranlarımızdır. Şiir uzaya, gönüllere sığmayandır. Şiir zaman zaman gerçeğin kendisidir. Zaman - zaman bulutlar ülkesidir.

Şiir bir tokat, bir yakarıştır. Şiir vuslattır, özlemdir. Hepsinin ötesi şiir yürektir yürek!

"Şiir nedir?" sorusunu bir yana bırakıp, özgün şiirin ne olabileceği irdeleyebiliriz. Kendine özgü bir dil ya da söyleminin varlığını, müzik ve sesle yakın ilişkisini, estetik bir etkileme gücünün olmasını araştırabiliriz. 

Önce dilden söz edebiliriz:

Sönmez Atasoy "Şiir, insanın evren karşısındaki hayretini, hayranlığını, sevincini, acısını, insanlar arasındaki bir iletişim aracı olan dili kullanarak başka bir dil yaratıp, anlatmak ve söylemektir" diyor. 

Şiir dili gündelik dilden birçok özelliğiyle ayrıldığı için dil merkezli her türlü yaklaşımın odağında yer almıştır. Ses ve anlamla ilgili düzeylerde konuşma dilinden ayrılır. Roman Jakobson'a göre "şiir dilin güzel duyusal işlevi"ndedir. 

Şiir öyle bir musikidir ki onun çalgısı dildir. Ona ulusal çalgıyla çalınan bir ezgi diyebilirsiniz. 

Daha sonra, duygu unsurunu ortaya koyabiliriz. "Kalbinde ve ruhunda şiirin lirizmini duymayan ve tanımayan bir kimse, içtenlikle sevemez; ya da gerçek anlamda aşık olamaz" diyor Necdet Evliyagil. 

Şiirin mayası "aşk"tır. Bu sevgilinin aşkı, vatanın aşkı, ana, baba, kardeş, memleket, doğa yani hemen her şeyin aşkı olabilir. Aşk olmadan pişen şiir mayasız hamurun ekmeği gibi kara, kuru, tatsız olur. Şiir bir musiki ise, aşk orada orkestra şefidir.  

Farklı  bir anlatımla, şiir yürekten gelir, insanın canı istediği zaman yazılmaz. Yürekte bir şeyler duyulduğu zaman yazılır. Kimi şair bunu yaparken kafiyeye önem verir.  Bu  bize şiirin bir özelliğinin  bir şeyler anlatırken, anlatıma güç ve güzellik vererek, güzel söz söyleme sanatı olduğunu gösterir.  

Şiir Leandr'ın dediğince "Güzelliğin nefes alışı" dır.

Baudelaire; "Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukla, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk, aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır" derken. Aragon ise, "Şiir sanatı, eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimidir" demekte.

Şiirin "güzeli", "daha güzeli" "en güzellerinden birisi" gibi değerlendirmeler yapılabilir ama şiirin "çirkini, kötüsü" olmaz. Yani, "çirkin ve kötü şiir", şiir değildir.

Güzellik görecelidir. Birine güzel gelen diğerine çirkindir. Her zaman anlatırım. Leyla hiç de güzel değilmiş. Mecnuna, bunca cefayı bu çirkin çöl bedevisinin kızı için mi çektin, diye sormuşlar. Hayır, gönlümdeki Leyla için çektim demiş. Aşık Veysel, "Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmazsa" diyor. O halde güzelin kesin bir ölçüsü yoktur. Şiirin de yoktur. Ama bazı unsurların şiire güzellik katacağını, ona anlam, tad, renk ve hoş koku vereceğini söyleyebiliriz. 

Şiir yazmanın öğretilemeyeceği söylenilir.  Bu yargı doğrudur. Ancak, bu yazılmamış şiirler için geçerlidir. Yazılmış, okuyucuyla buluşmuş şiirlerin nasıl yazıldığı öğretilebilir ve öğrenilebilir. Bu sağlandıktan sonra; nasıl sözcüklere, bağdaştırmalara dönüştürüldüğü; biçim ve biçeme sokulduğu, giderek bir yapıya nasıl ulaşıldığı kolayca öğrenilebilir.

Öğretilir ya da öğrenilirken birkaç hususun altını çizdiğimiz olur.

Neler olduğunu yarın yazayım.